Şiir bahçemizin bugünkü konuğu şair ve akademisyen sevgili Elif Burcu Özkan. “Larva” ve “Koza” adlı şiir kitaplarıyla adım attığı edebiyat dünyasındaki yolculuğuna son kitabı “Halı Altı Monologları” ile devam ediyor. Şiir kitaplarının yanı sıra Latinceden çevirdiği, Seneca’ya ait “Bilgenin Sarsılmazlığı” adlı felsefi bir kitap da bulunuyor.

 

Sevgili Elif Burcu Özkan, bahçemize hoş geldin. Seni ve şiirlerini bahçemizde misafir etmek bizim için çok anlamlı. Öncelikle edebiyat yolculuğunu biraz konuşalım istiyorum. Bununla birlikte bu yolculuğa sığdırdığın üç şiir kitabını. Bize neler söylemek istersin yolculuğuna dair?


Hoş buldum! Teşekkür ederim davet için. Edebiyat yolculuğu benim yaşamımla eş zamanlı, çocukluğumdan başlayan ve ölene dek benimle ilerleyecek en uzun yolculuğum. Şiir kitaplarım da yaşantım, çocukluğum, düşüncelerim, okuduklarım, tahayyüllerim, hayallerim gibi beni ben yapan birçok şeyin şiir sanatına uygun şekilde, imge kılıflarıyla süzülmüş hâli. Basıma hazırladığım romanlarım da, oluşturmaya yeni başladığım öykü kitabım da, yeni şiirlerim de kendi öyküsünü akıtacak nehir yatağını hangi edebi türde daha iyi ifade edecekse oraya yerleştirdiğim heybelerim. Kısacası; yazdığım her şey dokunduğum, gördüğüm ya da duyduğum dünyanın edebî dışavurumu. Hayat yolculuğumdan ayrı tutamıyorum o yüzden.

 



Edebi kişiliğinin yanında akademisyen yanın da var. Öğrencilerinle iletişim, yaptığın araştırmalar, yeni bir bilgiye ulaşma ve bu bilgiyi paylaşma hissi; şiirle kurduğun bağa nasıl yansımaktadır?


Bilgiyi öğrenme ve paylaşma isteği akademisyenliğin getirdiği bir sonuç değil; onun en önemli sebeplerinden biri. Yani işini severek yapan hemen her akademisyen başta bu tutkusunu kazanca dönüştürme ve hayatının her alanına yayma dürtüsüyle bu mesleği seçiyor. Bu dürtü de hâliyle onun hayatındaki birçok alana sirayet ediyor, yansıyor, kişiliğinin bir parçası oluyor. Bu benim için de böyle oldu. Öğrenme ve paylaşma isteğine edebiyat tutkusu ve yazma yeteneği de eklenince okumak, öğrenmek, paylaşmak ve yazmak; onun yolunu açtığım çocukluk ve özellikle ilk gençlik dönemimden beri hayatımın parçası olarak nitelendirebileceğim doğal bir eyleme dönüştü. Çağdaş şiirleri, günümüzde yazılan yeni eserleri de takip etmeye dair merakım ve isteğim hep güçlü bu yüzden. Hiçbir zaman yolun bitmediğini, yeni başladığını ve öğrenmem gereken çok şey olduğunu hissediyorum; bu da beni ve kalemimi geliştiriyor.



 

“Yaşananlar hep ağız kadar canlı

 Dudak payı eksik acıyı çiğneyen dişlerde”

İnsanın yaşadıklarını unutmanın zorluğunu hissettiriyor dizelerin. Bu yaşananların sessiz bir şekilde insanın içinde büyürken bunu yansıtamaması, insanın içinde bulunduğu en büyük çıkmaz. İnsanı yoran bu çıkmaz üzerine neler söylemek istersin?


İnsanın çıkmazlara girmesi bence büyümek ve hayatı anlamak için gerekli. Işıklı, düz ve ferah yol size konfor sağladıkça körelirsiniz, merak duygunuz yok olur; tembel bir zihinle, yüzeysel bir ruhla kalmanız çok olasıdır. Çıkmazlar yorucu ve bazen siteme neden olsa da çıkış yolunu aratan sebepler. Araştırma, sorgulama, derin düşünme, analiz gibi birçok tekniği esas olarak bilinmezliklerden, hayatımızdaki çıkmazlardan sonra kullanıyoruz. Böylece kendimizi, yaşamı, bağlantıları ve nedensellikleri anlamaya ve çözmeye başlıyoruz. Bu da bizi ve ruhumuzu büyütüyor. İkilem olduğu için arayış var; düşüşler olduğu için yukarı çıkış var. Her şey karşıtıyla mevcut. İnsanı yoran her şeyin altında bir öğreti var, onu görmek asıl önemli olan.

 



“Anlatmalı insanı, insana, insanla

Bedeni uyutup sabahlamalı ruhta”

Umudun insanın içinde olduğunu ısrarla dile getiriyor dizelerin. İnsana kendisini anlatırken yine en büyük gücü insandan alıyorsun. Bu umudun içinde insanın içsel konuşmaları önemli bir yerde durmaktadır. Dizelerinde taşıdığın umudu ve içsel konuşmaları nasıl değerlendiriyorsun?


İçsel konuşmalar birikimin sonucu, umut ise eskiyi yıkıp yeni bir gelecek inşa etmenin sonsuz arzusu ve inancı bende. Geçmişin kancalarından kurtulup özgür ve sağlıklı bir hayat kurabilmenin, yeni bir kimlik ve bakış açısı kazanabilmenin yolu umutsuzluğa sevk eden şeyleri çözümleyip aynı hataları yapmamaktan geçiyor. Bir şiirimde “Yüz deliye bin yama yaptı sökük dünya / Umudu kendi hâlinde çürümeye yatırdı.” derken günümüzde bu çözümlemenin es geçilip gerçek ve ayakları yere basan umudun terk edildiğini vurgulamak istedim. Burada detaylar, kişinin mücadelesi ve olaylara nesnel bakabilmek kilit nokta. İnsan isterse hayatındaki birçok şeyi değiştirebilir, umut biraz da bu değişime olan inançla ve verilen emekle ilgili.

 




Şiirde farklı arayışların olduğu bir dönemden geçiyoruz. Özellikle de bu arayış geleneksel şiir dilinden ayrı yeni bir dili kendi ile beraberinde getiriyor. Sen de duyguları ve yaşamın içinde insana dair her şeyi yeni bir şiir dili ile harmanlıyorsun. Şiirlerin, farklı bir renk olarak edebiyat dünyasında yer alıyor. Şiire yönelik bu arayışlar hakkındaki düşüncelerini alabilir miyiz?


Bu güzel yorum için teşekkür ederim. Şiir yaşayan, hayatla birlikte akan bir tür. Bizim gibi soluk alıyor, bir şeyleri arıyor, özlüyor, düşlüyor veya duyumsuyor. Biz geliştikçe, deneyimledikçe ve öğrendikçe birikimlerimizin şiire yansıması kaçınılmaz. Şiir ya yeni bir şey söylemeli ya da olanı, bilineni, gizleneni veya düşleneni yeni bir tarzda söylemeli. Günümüz şiirini, dergileri, e-dergileri ve fanzinleri elimden geldiği kadar takip etmeye çalışıyorum. Şiir lirik havasından çıkıp daha protest, somut ve yeniden yeraltı şiirine yakın bir kimliğe büründü özellikle son birkaç yılda. Bunun sebebini biraz da içimizdeki bireysel veya toplumsal değişiklikler, her türlü sıkışmışlık, umutsuzluk, değişen değerler, ilişkiler ve olgular, çabuk tüketim, bozulan sosyo-ekonomik ve ahlâkî değerler gibi birbirinden bağımsız görünen ama birbiriyle ilintili etmenlere bağlıyorum. Bunların yanı sıra, farklı şeylere değinme ve fark yaratma isteği gibi itkiler ve somut şiir anlayışına daha fazla yaklaşma da buna zemin hazırlıyor. Sözün sesin önüne geçtiği, daha asi kimlikli, uzun dizeli, meramı bol şiirlere doğru bir çizgiye geçtiğimizi düşünüyorum. Bu da şiirin farkındalık yaratma gücü açısından, değişim ve yenilik açısından, şiirde yeni melodiler ve tatlar duyumsama noktasında belirgin şekilde farklı ve göze çarpan, iyi bir gelişme.




 

Son kitabın “ Halı Altı Monologları” ile tekrardan okurlarınla buluştun. “Halı Altı Monologları” ötelenen, görmezden gelinen, bastırılan yaşanmışlıklarla bir yüzleşme. Şiirlerinle bize hissettirdiğin bu yüzleşmeyi nasıl anlamalıyız?

 

Şiirimden bir bölümle anlatırsam; “Yaşam tekrar eden içe dönük sürgün / Toprak altından yürüyen meselelerde / Uçurduk kalan sağları, beklemekten ekşidi dua / Çöküşümüz küspelerimizden anlaşıldı.”

 

Yaşamımız genelde aynı döngülerde tekrar ediyor. Halı altına süpürülüyor birçok şey. Bugünkü iyi ya da kötü hâlimiz, durumumuz zaten özellikle dün atılan tohumlardan ve adımlardan kaynaklanıyor. Biz bugünü dün yazıyor, bugün yaşıyoruz. Buna inanan biri olarak, günlük hayatta da yazarken de en çok önemsediğim şeylerin başında geliyor ayna tutmak ve olayın iç yüzünü vurgulamak. Şiirlerimde kendime, okura, başkalarına, yaşadıklarıma, insanlığa, hayata ve olgulara dair kendi zihnimden ve ruhumdan aynalar tutuyorum. Hayatın, insanın bir yansıması olduğuna inanan biriyim. Hiçbir şeyin bizden tamamen bağımsız olamayacağı bir hayatta bizi biz yapan her şey bir başkasının gerçekliğinde de yer alabiliyor. Aynı güneşli durumlarla aydınlanıp aynı geceyle kararabiliyor, aynı ufuklara bakıp hayal kurabiliyor birçok insan. Çoğu şeyimiz ortak. Bunların sebebi de temeldeki ortaklıklar. Bu nedenle alt yapılara, olayların başlangıç noktalarına psikanalitik yaklaşmak hayatta olduğu gibi şiirde veya diğer edebi türlerde de öncelediğim bir şey. Yolun sonunu anlamak, onunla yüzleşmek isteyen, başladığı noktaya bakmalı. Birçok şiirimde gizlenen veya fazla düşünülmeyen yönlere, buzdağının görünmeyen kısmına yöneliyorum bu yüzden.



 

“Değmediği kalbe yerleşmeye çalışan var”

Hissettirilemeyen sözler ve davranışlar yüreğimizde yer bulmuyor. Hissettirmek ve hissedilmenin önemini dile getiriyorsun. Günümüzdeki yüzeysel ilişkiler, hissiyattan çok uzak ve herkes emek sarf etmeden birçok şeyi bir anda sahiplenebiliyor. Ve kırılgan ve bir anda tüketilen ilişkileri ortaya çıkarıyor. Hissetmek ve hissettirebilmek sende neyi ifade ediyor?


Hissetmek ve hissettirebilmek yaşamımda olmazsa olmaz dediğim bir şey benim için. Ruhuma işlemeyen hiçbir şeyden kalıcı bir keyif alamıyorum. Bu çağa içsel olarak ayak uyduramayan biriyim. Kendimi uydurmak için zorluyorum aslında. Birçok şeyin içi boşaltıldı, ilişkiler menfaat ve yalanla doldu. İnsanlar saflığını yitirdi. Kötü bir gidişattayız bu anlamda. Edebiyat, psikoloji ve felsefe bu yüzden nefes oluyor bana. Beni durduğum noktadan hem geriye hem ileriye aynı anda baktırıp olaylara bilgece yaklaştırabiliyor. Şiirde de kırgınlıklarım, umutlarım, hak ettiklerim veya hüsranlarım aynı potada eriyip içinde koyu renklerin de bulunduğu rengârenk bir tablo çizebiliyor. Bu sayede aynı hisleri ve yoksunlukları duyanlara tercüman olmuş da oluyorum. Şiir, yerine ve tarzına göre sorgulatan bir hoca, silkeleyen bir dost ya da uzaktan sırt sıvazlayan bir duygudaş hâlini alabiliyor.



 

Çocukluk dönemi ve ebeveyn ilişkilerinin açtığı izlere de değiniyorsun şiirlerinde. Çocukluğun bir toplumun inşası üzerindeki etkisine dair neler söylemek istersin?


Çocukluğu kişinin anadili ve kaderi olarak görüyorum. Bugünkü iyi ya da kötü yaptığımız, düşündüğümüz veya deneyimlediğimiz çoğu şey genellikle çocukluğumuzda yaşadığımız deneyimlerden, eksikliklerden, olumsuz veya olumlu tecrübelerden, kırgınlıklardan ya da mutluluklardan kaynaklanıyor. Çocuklukta edindiklerinin ve yaşadıklarının uzantısını görmeyen, onu iyileştirmeyen, yaralarını onarmayan, bugün neyi neden yaşadığını anlayamaz, daha güçlü, farkındalıklı veya mutlu bir gelecek inşa edemez. Kırık bir dalın üzerine sağlam bir yuva kuramazsınız. Sağlam olmayan yuvalardan da sağlam şehirler ve sağlam bir dünya oluşmaz. Çekirdek, meyvenin özü. Bu yüzden çocukluğumuzu anlamak, onun yaralarını sarıp bugünden bile olsa onu kucaklamak çok önemli.

“Çocukluğumuzdan affedelim kendimizi önce / Asilerden biraz kırmızı çalıp /

Dünyalık kefenimizi yırtalım / Huzur, kavga sevicilerin ikilemlerinden kaçıp /

Son cemrenin yanık ağzından düşsün toprağa/ Yıkasın midesi guruldayan yarım yaşlarımızı” derken bunu kastetmiştim.

 



Sevgili Elif Burcu Özkan, bahçemize misafir olan bütün şairlerimizden umuda dair bir dize paylaşmasını istedik. Senden yaşadığımız bütün kötü günlere rağmen içimizdeki umudu büyütmek adına bir dize paylaşmanı istesek hangi dizeyi bizimle paylaşırsın?

 

“Beni düşlerimden doğur anne

Hayat da bir ölüm, yalnızlık da”