Şiir’in bahçesinde kıymetli yazar, şair Mahmut Aksoy’u misafir ediyoruz. Mahmut Aksoy, ilk şiir kitabı “Gazellertesi” ve daha sonra anlatı türünde yazdığı “Sessizliğe İsim Verme Masrafları” adlı kitabıyla okuyucularıyla bağını diri tutuyor. Eserlerinin yanında birçok edebiyat dergisinde şiirleri ve söyleşileriyle de yer almaktadır.
Sevgili Mahmut, hoş geldin, bahçemizde seni görmek çok değerli. Yazdıklarımız aynı zamanda içimizdeki farklı yüzleri de ortaya koymaktadır. İki kitabında iki farklı Mahmut görüyoruz. Bu iki farklı yüz sende neler hissettiriyor?
Erman, ilgine denk düşmek bana keyif verdi. Bu bahçenin mutlak bir dirençle bütünleşmesini diliyorum.
Her kitabın yazarından bir başkalığı mimlemesi kaçınılmaz. Değişimin elinden tutma çabası diyelim. Ayrıca hiçbir yazar – şair tümüyle ne bir metni ne de bir şiiri bitirmiş olabilir. Virgülün gücüne daima yenik düşeriz. Metne konulacak noktayı aşıyor yaşamdaki devinim.
Sanırım parçalı hissetmiyorum iki kitabım adına. Güttüğüm edebiyat kaygısının asıl kapısına çıkacak sanırım bütün kitaplarım. Nedir o kapı? Gerçeği korumak.
“Sessizliğe İsim Verme Masrafları” bir iç döküş. Bu iç döküş sürecinde dikkat çeken ise senin birden fazla ses oluşun. Senin gibi yaşadığı yerde sessizliğin çemberinden çıkmakta zorlanan insanların konuşamadıkları her şeye cümlelerinde hayat veriyorsun. Bu konuda neler söylemek istersin?
“Sessizliğe İsim Verme Masrafları” kitabım dört yıla yayılmış metinleri kapsıyor. Bu metinleri bir araya getirdiğimde bütün olarak tasavvur edilen yerde bütünden ayrıksı duracak bir yanımın olmadığını keşfettim. Eee öyle değil mi zaten? Bütün, kaçınılmaz olarak rüyalarımızı bile gasp ediyor. Konuşmayan her şeyden sorumlu hissediyorum kendimi; bu meramını dile getirme gibi bir lüksü olmayan çatal da olabilir.
"Bazı kelimelerin hiçbir cümlede suratı yok bazı insanlar yutkunarak okunur” dizesi üzerine konuşmak istiyorum biraz. Bu dize bize kurduğumuz ilişkilerde özellikle karşılıklı diyaloglarda karşımızdaki insanın söylediklerimizi içselleştirmediğini hissettiriyor. Bu dizenin bize neler anlattığını şairinden dinleyelim?
Aslında ne anlattığına yakınlaşmak güç geliyor bana. Zaten kendi çıkmazını yaratır ya her dize, her şiir. Ama şunu söyleyebilirim: Anlam daimi olarak yer değiştirdiği için ikili ilişkilerdeki labirentler hep karanlığı boylar. Bu türden bir yerde kalıyor bu dizeler sanırım.
“şimdi hangi şehrin hangi sokağında
biri kimliğinden yaralansa
biri yara alsa kimliğinden
yaram yarasına kabuklanır”
Yaşadığın coğrafyanın uzun yıllardır süre gelen bir varlık sorunu var ve bu varlık sorunu senin şiirlerinde de öne çıkıyor. İnsanın varlığını ispat edememesi büyük bir yara ve sende bu yaranın tanığı olarak yaraya merhem olmak istiyorsun şiirlerinde. Bu varlık savaşı sende neyi ifade ediyor?
Klişeye sığınmak istemem ama bazı gerçekler de ne yazık ki klişeden bağımsız düşünülemiyor. Örneğin coğrafya klişesi. Coğrafyanın insanın sığdığı, sığmak istediği bir yer mi? Önce buraya bakmalı.
Varlık savaşını kim vermiyor ki? Eğitimin, adaletin çok nizami bir şekilde işleyen yerde de savaş vardır.
Varlığa her yerden bakarak denedim kendimi şiirlerimde.
“Kül” metaforu özellikle yaşanan büyük olaylardan sonra insanlarda ve yaşanılan coğrafyada kalan izleri ifade etmek için kullanılır. Senin dizelerinde kül metaforu öne çıkıyor. Bu bağlamda sormak istediğim kül, senin şiirlerinde ne anlatıyor bizlere?
Bizzat değindiğin yeri anlatıyor, diyebilirim. İzlerin açtığı bilinmezlikle daima cevap aramaya çalıştım olanlara.
“Hiç ’in yerlisiyim” diyorsun “Sessizliğe İsim Verme Masrafları” kitabında. Bu hiçlik yaşamındaki sorgulamalarını ve bununla birlikte şiirlerini nasıl etkiliyor?
Hem çok kötü etkiliyor hem çok olumlu etkiliyor. Yaşamın zıtlıklar üzerine kurulmuş yeriyle barışık olmama yararken, diğer yandan bu zıtlıklardan doğan kötücüllüğü def etmekte zorluyor beni.
Şiirime dinginlikten doğacak bir kılıcı biliyor daima hiçlik; yaşamın ıstırap dolu yanlarının üstesinden gelmenin imkânını sunuyor.
Sevgili Mahmut, Mardin’de yaşıyorsun. Hem “Gazellertesi ’nin” hem de “Sessizliğe İsim Verme Masrafları’nın” ruhunu taşıyan şehir. Özellikle anlatı kitabındaki Mahmut’a ve yazdıklarına bugünden bakınca neler hissediyorsun?
İlk defa kendi dışıma çıkıp, kendi adıma içten yazıyor olacağım sanırım: Karamsar olmak istemiyorum ama bugünkü yazın insanı olan Mahmut adına çok üzgünüm. Onun, yaşamın bunca çıkmaz olarak sunulmuş yerlerini edebiyat ile açma ısrarı onu çok yıprattı. Hoş, yazın insanı olmayan Mahmut için de üzgünüm. Her haliyle kendine bela ettiği üzgünlükle yaşadığına şaşar kalırım.
Doğup büyüdüğüm şehir gölgemdi, gittiğim her yerde uzadı bu gölge güneş çıkınca. Kısalmasını isteme fikri hiç sirayet etmedi bana. Dolasıyla bu gölge metinlerime ve şiirlerimde de uzadı.
“herkes sesiyle gövdesi arasında
yakın bir yerde kiralar yarayı
kabuk atan evlere taşınıp durur”
Yara ve kabuk arasında bir iyileşme savaşı veriyor insan. Ancak senin dizelerinde de görüldüğü gibi bu savaşta yine insan yarasının yanı başında buluyor kendisini. İnsanın yara ve kabuk arasında verdiği savaş üzerine neler söylemek istersin?
Ne diyebilirim? Bu savaşta hepimiz yenileceğiz, yenildik, yenilecekler. Belki de yara ile kabuk arasında gidip gelmekten vazgeçmeliyiz.
Sevgili Mahmut, son olarak şiirin bahçesiyle ve okurlarınla umudu yeşerten bir dize paylaşmanı istesek, bizimle hangi dizeleri paylaşırsın?
Sevgili Erman, öyleyse Melih Cevdet Anday’ın dizesini bırakayım buraya – bu şiiri çok severim:
Kuşlar geçecek damların üstünden
Kuşlar konacak dallara
Kanat seslerini duyup uyanırlarsa
Gene kuşlarla uyusun çocuklar
Olanı biteni anlatma.