Şiir’in bahçesinde bugünkü konuğumuz sevgili Zozan Sarıca. 2021 yılının Mart ayında “Kırık Aynalar” adlı şiir kitabını çıkaran şair Zozan Sarıca, edebi çalışmalarının yanı sıra Hypatia adlı bir kitabevini işletmekte ve ihtiyaç doğrultusunda köy okullarında öğretmenlik yapmaktadır. 


 

Sevgili Zozan, bahçemize hoş geldin. Şiirlerin “Kırık Aynalar” ile kapılarımızı çaldı. Kırık aynalar; seni, hiç gezmediğimiz şehirleri ve insanları anlattı. Şiir, bir derdin veya yaşanmışlıkların vücut bulmuş halidir. Bu konu hakkında sen neler düşünüyorsun ve ilk kitabınla dokunduğun insanlara neler söylemek istedin? 

 

Öncelikle hoş buldum. Beni binbir çiçekli bu bahçenize aldığınız için bahtiyarım. Kırık Aynalar, benim ilk şiir kitabım. Şiirle ilgili biri Kürtçe diğeri Türkçe olmak üzere iki farklı dosyam daha var. Kısa zamanda okuyucusuyla buluşacak. Onun müjdesini vereyim şimdiden. 

 

Bana göre şiir bir çığlıktır. Öten kuşun sesidir. Yağan yağmurdur. Damla damla… Şiir bir dağın öteki yüzüdür. Sessiz akan bir nehirdir. Rüzgârda savrulan ağaçtır. Kırılan daldır. Şiir baktığın gökyüzüdür. Gökyüzünde parlayan güneştir. Şiir emektir. Güneşin altında saatlerce ter döken işçinin yüzüdür, nasır tutan elleridir. Şiir umuttur… Yaşayan ve yaşanacak günlerdir. Yaşamadan yazamazsınız. Şiir insandır… Duygularımızın vücut bulmuş halidir. 

  

 



Şiirlerinin paylaşımcı bir yanı var. Yaşadığın coğrafya içerisinde mesafe fark etmeksizin bütün insanların sevincini, hüznünü paylaşıyorsun. Örneğin yıllarca çocuklarını bekleyen annelerle birlikte sende onların baktığı uzun yollara bakıyorsun ve bir haber bekliyorsun. İçselleştirdiğin bu duygular üzerine sohbet edelim istiyorum.  

  

   

Sevgiyi paylaşarak çoğaltıyorsak; acıyı da bölüşerek azaltabileceğimize inanıyorum. Yeter ki paylaşmayı ve bölüşmeyi bilelim…

 

 

    

 

Aşk ve ayrılık hafıza kaybı yaşanmıyor senin şiirlerinde. Seninle birlikteler her daim. “Ve sensizlik uzun bir şarkıya dönüşüyor dudaklarımın arasında” diyerek yaşanmışlığı diri tutuyorsun. Bu konuda düşüncelerin nedir?

 

İnsan yaşadıklarıdır. Zaman çabuk geçse bile yaşadıkların eskimiyor. Çünkü hayat hatıralardan ibarettir. Zaman geçer, insan büyür, hatıralar çoğalır. Bununla birlikte sözcüklerin de değişir. Ama yaşanmışlıkların verdiği hisler değişmez. Onlar seninle gittiğin her yerdedir. Bazen bir dizede yerini bir şarkıya bırakır, bazen acı bir çığlığa bazen de bir kahkahaya bırakır. 

 

Özlemini çektiğimiz her yaşanmışlığı yazarak onu somut bir gerçekliğe dönüştürürüz. Çünkü insan bir sestir. Ve bu ses kulağımıza çarptığı sürece gerçeklikte de var olmaya devam edecektir. 

 

 

 

 

“Mesela ben daha yazacağım.

Fincanın dibindeki son tortuyu,

Kahve fallarına bakacağım daha.

Geçtiğin yollara soracağım

Mutlu mudur diye?

Velhasıl, daha kahve var.”

 

Şiirlerin aynı zamanda inadını ve direncini ortaya koyuyor. Hala söyleyecek bir söz ve yazılacak bir dize olduğuna inanıyorsun. Bu inadını bir de senden dinleyelim.  

 

 

Evet, Zozan her zaman hatıralara önem verdi. Çünkü zaman geçiyor ve bu bana çoğu zaman hüzünlü geliyor. Bir gün olmayacağımızın dayanılmaz sancısı mı yoksa var olmanın, hayatın gerçekliğinin farkına varmanın verdiği o sadeliğin hazzı mı? 

 

Zamana inat, tüm yaşanmışlıkları diri tutmak adına yaşadığım anları yazarak ölümsüzleştirebileceğime inanıyorum. Hayatın tüm geçiciliğini rağmen o anı canlı tutmaktır inadım aslında. Bir söz ile bir dize ile veyahut bir fotoğraf karesiyle; işte ben ve hala buradayım diyebilmek benim için çok anlamlı… Şiirlerimdeki inadım da buradan geliyor.

 

 

 


Gerek tüketim kültürü gerekse insanların yüzleşemedikleri bireyselci yapısı günümüz ilişkilerine yön veriyor. Sevginin kısa dönemler içinde tüketildiği günlerde sen “bir aşkı bölüşüyoruz seninle” diyerek sevginin o emek yönünün suyunu eksik etmiyorsun. Sevginin temelini koyduğun emek sende ne anlama geliyor?

 

 Sevmek bende en büyük yaşama sebebidir. Çünkü sevmek var olmaktır. Sevmenin ruhları birleştirdiğine ve bunu sonsuz kıldığına inanıyorum. Sevmek direnmektir. Var etmektir, en çok da emektir. 

 

Tüm sevmeler emek ister. Emek verdikçe güzelleşir bu sevgi. Anlamlı olur, anlam katar size. Emek sevgiyi çoğaltır ve büyütür. Hepimiz sevdiğimiz, emek verdiğimiz şiire gebe kalmak isteriz. Sancılı geceler geçirsek de meyvesi bize o sancılı geceleri unutturur ve bizi mutlu eder. Ve bu sevmeyi daha da anlamlı kılar. 

 

 

    

 

“Ama bizim yorgunluğumuz bitmez bizim, 

Bir uçurumun derinliği yatar gözlerimizde 

                yüzyıllar boyu akmışız,” 

 

“Çağın Yorgun Kadınlar “ adlı şiirinde coğrafyanın kadınlarının yorgunluğunu yalnızlıkları üzerinde dile getiriyorsun. Şiir’in penceresinden baktığında dizelerine işlediğin coğrafyanın kadınları sende bıraktığı izler nelerdir?

   

 Biz kadınlar tüm yorgunluklarımıza rağmen yaşamı diri tutan umudumuzu hiçbir zaman öldürmeyiz. Var ettiğimiz, uğruna mücadele ettiğimiz, sevdiğimiz, emek verdiğimiz şeylerden güç alırız her zaman. Bunun en büyük sebebi yaşamı sevmemizden gelir. Çünkü sevmek yaşamın ta kendisidir. Benim yaşamım seninkinden bağımsız değil. Kelimelerinden bağımsız değil. Çünkü biz yaşamdan bağımsız değiliz. İnsanlığın dramında yer edinirken sevinçlerimiz bu trajedi bizim… Bu mücadele bizim… Bu savaş bizim…

 

 

 

 

Sevgili Zozan Cizre’de yaşıyorsun. Ve Hypatia adlı bir kitabevini işletiyorsun. Kitaplara olan ilgi ne yazık ki geçmiş yıllar gibi değil ve özellikle teknolojinin gelişimi ile dijital alışveriş daha çok ön planda. Bu bağlamda Hypatia kitabevini ve açılış sürecini iki yönlü konuşmak istiyorum. İlk olarak coğrafyandaki kadınların iş yaşamı ile tanışmaları uzun zaman aldı. Sen ise güçlü ve cesur bir adım attın. İkinci olarak ise biraz önce belirttiğim gibi kitaplara olan ilginin azalması ve dijital alışverişin öne çıkmasının getirdiği zorluklar seni nasıl etkiledi. Bu iki etken üzerinden Hypatia kitabevi sürecini anlatır mısın?

   

   Cizre’de yaşıyor olmam beraberinde birçok kolaylığı getirdiği gibi, aynı zamanda birçok açıdan kolaylık da sağlıyor. Hayatın kolay yönlerini hepimiz severiz. Bana göre önemli olan zor olan yönlerini de kolaylaştırabilmektir. Ben zor olanı da seviyorum; çünkü zor olan şeylerden güç almaya çalışıyorum. 


    Yaşadığım coğrafyada kadınlar, dünyanın birçok yerinde olduğu gibi toplumsal, kültürel birçok şeye öncülük etmişlerdir. Küçük adamlarla da olsa kadınlar her zaman güzel işler başardılar. Büyük mücadeleler verdiler. Tüm bunlar her zaman bana, diğer tüm kadınlara ilham oldu. Yaşamı doğuran kadınlardır ve yaşamın bir parçası olduğumuzu, var olduğumuzu ve daima burada olduğumuzu söylüyoruz. 


    Teknolojinin her alana yayıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu değişimin önüne

geçemeyiz. Tüm bunlara rağmen benim gibi dijital ortamda kitap okumayı sevmeyip, bir kitapçıdan kitaba dokunarak, kitabı koklayarak kitap insanlar hâlâ çok. Bu da beni çok mutlu ediyor. 


   Hypatia Kitapevini açmamdaki en büyük sebep okuma tutkum oldu. Ve bu tutkumu da insanlara aşılamak istemem oldu. İnsanlar okudukça mutlu oluyorum. Okumanın ve okutmanın insanı güzelleştirdiğine inanıyorum. O zaman neden birlikte güzelleşmeyelim ki?

 

 

 

 

“Olsun… Beklerim ben.

Gün kavuşurken geceye

Ay ışığına sokuluveririm en tenhaya 

İnceden inceye 

Yalnızlığa…”

 

Bekleyişini, hüznünü ve en çokta şiirlerini sığdırdığın bu yalnızlık nedir? 

 

     Yalnızlık çevrenizde insanın olmaması demek değildir. Ruhumuzun değmediği tüm bu yerlerden kendimizi soyutlayarak yeni bir dünya inşa etmektir. Bu dünyanın etrafına kaleler inşa ederiz. Kalenin en tepesinde dünyaya bir pencere açarız ve bu pencereden dünyaya bambaşka bakarız. 


  Şair burada kendi yalnızlığındadır. Onun ruhuna kimse dokunamıyor fakat o görebildiği tüm ruhları dünyasına alır ve onların çölüne kelimeleriyle umut çiçekleri eker. Her şair bu dünyada yalnızlığıyla bahtiyardır diye düşünüyorum. 


İşte bana göre de yalnızlık bu pencereden dünyaya bambaşka bakmaktır. Burada insanın yokluğunda kuşlarla konuşması, suyun sesini dinlemesi, akşamın içinde türküler söyleyebilmelidir. Hiçbir şey orada olmanın, kendini dinlemenin tadını veremez. Burada seslerin penceresinden bakıyorum dışarıya. Tüm karanlığı aydınlığa çeviren kelimelerin gücüne inanıyorum. İnsanın yüreğinin göğünden söylediği her söz, çağırdığı her ses yüreğime çarpar. Yalnızlığımın bütün bekleyişleri o pencerenin önünde vuslata erer. Hüznüm yerini sese, söze ve şiire bırakır orada. 

 

 

 

 

Sevgili Zozan, söyleşimizin sonunda bahçemize dair umuda dair bir dize ekmeni istiyoruz. Hangi dizeyi ekersin bahçemize, umudumuzu büyütsün diye? 

 

Gecede parlayan aya

İnanıyorum…

Gökteki yıldıza…

Bir de içimdeki sana…

 

Her şeyden önce içinizdeki sevginin gücüne ve bu sevginin her şeyi yeşertebileceğine inanın. Sevgisiz, emeksiz ve umutsuz yaşamayın. Umut ettikçe çölünüz yeşillenecek… Sevdikçe bahçeniz çiçeklenecek… Ve emek verdikçe güzelleşeceksiniz.