Vurucu bir şiir yalnızlıktan, anlaşılamamaktan, aşkın büyüsünden, duyarlılıktan, delirmeye yakın psikolojinin ürettiği cevherlerden meydana gibi gelir bana her zaman.

Herkes şiir yazar.

Çok kolay da yazar.

Önemli olan ne kadar çok kişinin o mısralarda bir şeyler bulabildiği değil, şairin içinden ne kadar çok duyguyu dışarı atabilmesidir. Bir duygusal boşalmadır, bir meditasyondur bana göre şiir. Sadece kelimelerin gücüdür şiirin çok fazla okunması, bilinmesi ve değerli kılınmasını sağlayan. Örneğin terk edilince gözleri ağlamaktan şişmişti derseniz...

Gözleri ağlamaktan şişmiş insanlar ilgi duyacaktır kelimelere.

Ama gözlerinde çağlamıştı aşkın yoksulluğu derseniz bu kelimeler artık gözleriniz ağlamasa da yüreğinizi dövmeye başlamış demektir. Çünkü burada duyguya ilaveten anlatımın verdiği hissiyat tasavvur edilecektir. Çoğunlukla şair etkiyi artırmak ve kelimeleri daha vurucu yapmak için denenmemiş argümanları devreye sokar. Bilimsel terimler, genel kültür isteyen az bilinen fiiller ya da sıfatlar gibi... Ya da düzensiz gibi gözüken fakat düzenli kafiye yapıları gibi... Fakat kendiyle çatışması gereken yerler vardır. Etkiyi artırmak için fantastik veya buluş kelimelerle saf hissediliş terk edilsin mi yoksa duyguyu hissedebildiği oranda aktararak yalın bir özgünlük mü seçilsin? Ya da üçüncü olarak arayış ve geçiş evresinde gelgitlerle yaşayıp her türlü şiir kalıplarında yazmayı denemek de var... Ben şahsen yolum uzun olarak bakıyorum bu sanatın icrasına. Bu yüzden üçüncü seçeneğe yakın görüyorum kendimi. Bunda acemi şair olmamın etkisi de var. Maymun iştahlı olarak şiirler yazıyorum. Bazen Necip Fazıl usta gibi kafiyeli şiirler deniyorum köklü, emin. Bazen de Ahmet Arif usta gibi alabildiğine saf, basit ama kesici. Bazen Nazım Hikmet usta gibi kucaklayıcı... Kendimi şair olarak görme arzusu da yok. Ama şair denilince narsist duygularımda kabarmıyor değil. Satırlarımı süslemeyi seviyorum. Okuyucuyu vurmayı düşünüyorum. Okurumu yanıma almak istiyorum. Çünkü paylaştıkça güzeldir hayat. Hep var olma savası vermiyor muyuz? Bir yere ait olmak istemiyor muyuz? İşte bu noktada şiir devreye girer, okuyucuyu etkiler ve şair hiç tanımadığı okuyucu ile dertleşir, anlatır, onu kazanmaya çalışır. Ona iç dünyasındaki duyguları ifade etme şansı verir. Yazınsal mizacımız genelde bu ama ne kadar saf ve dürüst bağlantılı bir sanatsal çaba, değil mi dostlar?

Kelimelerin tılsımlı dizilişleri bana duygusal deşarjları yaşatıyor. Bazen çok aşık hissediyorum kendimi, bazen haksızlığa uğramış. Bazen de değeri bilinmemiş kahraman. En küçük taştan koca evrene kadar kendimi hissetmediğim hiç bir nesne yok. Garip değil mi? İşte Bunları ruhuma dökerek bir ifade ortaya çıkarıyorum. Birkaç gün demleniyor öz düşünce. Kelimeler, kafiyeler bir tatlı telaş içinde oynaşıp duruyor kağıdımda. Son aşama ise şiirin doğum sancıları...Yazıya dökme evresi. Bu noktadan sonra şiir kendi doğuyor, ben sadece seyrediyorum!


İnsan mizacı arar sulhu,

Buna uygun safi ruhu

Bir nebze demi dahi

Tadacaksa yoluna,

Kuşkusuz şiirden bahsedilmiştir...