İnsanların yalnızlıklarına çekildiği ve birbirine karşı yabancılaştığı bugünlerde biz de insana özünü hatırlatmak için yola çıktık. Yalnız değiliz bu yolda çağlar boyunca insan ruhunun aynası olan şiirlerle birlikte yürüyoruz. Şiir bahçemizin kapılarını, insana özünü hatırlatmak için açıyoruz. Bu yolculukta ise ilk konuğumuz şiirleri ile insanın yüreğine dokunan şair Mehmet Ali Türkan.


E: Sevgili Mehmet Ali, öncelikle hoş geldin. Yoğun sürecinin içinde zaman ayırdığın için teşekkür ederim. Sohbetimizin başında biten şiir dosyan hakkında konuşmak istiyorum. Bir şeyler üretmek ve bunu insanlarla paylaşmak için adım atmak nasıl bir duygu?


M.A: Merhaba sevgili Erman, hoş buldum. Aslında burada teşekkürü hak eden, kıymetli vaktini ayırıp dosyayı inceleyip, irdeleyip böyle değerli bir girişimde bulunan şahsındır. Soruna başlamadan önce özellikle değinmek istediğim bir husus var: Kendime hiç şair diyemedim, yazmaya çalıştığım şeylerin çoğu şiirsel bir dille yazıldı ama bunun bana şairlik getirdiğini düşünmedim ve böyle bir iddiam da olmadı. Hep olmak istediğim şey aslında iyi bir insan olma arzusuydu.


Evet, dosya… Aslında uzun zamandır her defasında bitip bitmediği konusunda muallakta kaldığım bir dosyaydı incelediğin dosya. Benim için bu süreç katartik bir süreç olarak işledi ve kendi katarsisimi tamamlama arzum vardı hep. Buradan dosyayı hiç bitirmemek niyetim patlak veriyor aslında ama bir gün yazdıklarımın bir dosya olarak varlık göstereceğini de hiç düşünmemiştim. Bundan dolayı sonraki süreç benim için hâlâ belirgin bir ifadeye bürünmedi daha.


İnsanlarla paylaşmak nasıl bir duygu olacak bunu da kestiremiyorum. Çünkü belki de en mahremimizi en onulmaz yerlerimizi ayan ediyoruz bir yerde. Bu nasıl bir etki yaratacak onu da bilmiyorum açıkçası ama şunun gönül rahatlığı var başkası kendi aynasında beni pataklayamayacak.

 

E: Şiirlerinde güçlü bir inanç vurgusu var. Tanrı’ya, insana, bir düşünceye derin bağlılık var. Bu bağlılık insanın ruhuna nasıl yansıyor?


M.A: Bu konuya açıklık getirmek istiyorum. Aslında bir inanç vurgusundan öte ontolojik bir problem ve buna yönelik bir çözümleme söz konusu. Çok fazla mistik ve teolojik terim, imge ve metaforun olması bu şekilde anlaşılmasına sebebiyet veriyor olabilir ama bu bir inançtan çok daha karmaşık ve kompleks bir şey benim için. Bir tanım da yapacak olursam şayet heterojen bir boşluk derdim bu duruma. Durum böyle olunca da Tanrı'ya, insana yahut bir düşünceye bağlılıktan farklı olarak kendini heterojen bir boşluğa uygun olarak parçalara ayırma çabası ortaya çıkıyor. Bu durum insanın kendisini bir yere konumlandırması konusunda da güç durumda bırakıyor. Sizin değindiğiniz parametreler de bu heterojen boşluğun bazı parça ve argümanları. İnanç noktasına bağlılık olarak anlaşılması da gayet doğal karşılanabilir bir durum. Çünkü içinde yetiştiğim toplumun dili ve argümanları ile hayata bir bakma eylemi gerçekleştirdim. Sonraki süreçte ise baktıkça bulanıklaşan ve belirsiz bir hâl almaya başlayan bir durum söz konusu oldu. Bir nevi onlara karşı olan savaşımı onların araç gereçleri ile veriyorum diyebiliriz.


E: Aile ve ev şiirlerinde bir sancının tohumu gibi yansıyor bizlere. Bireyin yalnızlığına etkisi ve çocukluğun kimsenin göremediği bir yara gibi kalmasında aile tam olarak nerede durmaktadır?


M.A: Bireyin toplumdan soyutlanmaya başladığını düşündüğüm yer olarak tanımlayabilirim evi ve aileyi. Bireyin en temelde her yönüyle şekillendiği yapı sonraki süreçte bireyi kendi normlarına yakın bir çizgide yaşam için konumlandırıyor. Bunu inkâr edebiliriz ama bu bir gerçek. Çünkü biz yaşamıyorsak orada travmalarımız iyi kötü anılarımız, temel duygularımız yaşıyor. Kaçıp da kurtulamadığımız ya da hep oradan yine oraya kaçtığımız yer. Ailenin tam olarak nerede durduğunu bilemiyorum ben de ama bütün büyük yalnızlıklarımın tam olarak orada durduğunu biliyorum. Her yönden. Önceki soruda belirttiğim boşluğun bir bölümü de diyebilirim. Hatta o heterojen boşluğun kara deliği demem de mümkün olacaktır.


E: Edebiyatta çok işlenen baba temasının senin şiirlerinde de öne çıktığını görüyoruz. Yalnız baba teması aynı zamanda yaşanılan coğrafya ile birlikte ele alınıyor. Coğrafyanın aile ilişkilerimiz üzerindeki etkisi ve bu doğrultuda babanın çocuklarıyla kurduğu bağ senin şiirlerine nasıl yansıyor?


M.A: Baba... Kürtçede ''Bav pişte dê her tişte.'' denir. Benim sırtım sürekli yuvarlanan bir kayaya yaslıydı galiba. Coğrafya burada elbette çok önemli bir yerde duruyor ama tek başına coğrafyaya mâl etmek doğru olmayacak. Çünkü günümüz dünyasında bunu pek çok farklı argümanla destekleyebiliriz. Psikolojik, sosyolojik, hatta fizyolojik alt nedenleri mevcut. Bunları bir kenara bırakacak olursak coğrafya ve toplumsal değişim süreçleri bu durumda en etkin sebep. Eğer size yaşam için uygun şartlar sunmuyorsa da coğrafya, size çok farklı yollar ve kimlikler yüklüyor. Bu da doğrudan olmasa da dolaylı olarak coğrafyanın birey ve aile üzerindeki etkisi.


Babalar çocuklarıyla bağ kurmalı diyebilirim sadece. Ben de şiirlerimde baba argümanın çok farklı yönlerini almaya çalıştım. Daha da uzatmak istemiyorum konuyu çünkü her şeyin üzerinde şekillendiği birini öylesine anlatamayacağım ama bir dize bırakabilirim konuya ilişkin

''(...)çünkü babam

    beni hep kendi çölünde dolandıran(...)''


E: Var olabilmenin ve insanın kendisini bulabilmesinin gitmeyle gerçekleşeceğini işliyorsun dizelerinde. Bu yolculuk aynı zamanda büyük kavgayı beraberinde getiriyor. İnsanın kendi gerçeğini bulabilmesi için verdiği kavganın sendeki anlamı nedir?


M.A: Gitmekle ilgili bir derdim oldu hep dürüst olmam gerekirse. Bu varoluşumu tamamlamam için gerekli miydi diye soracak olursanız hayır derdim. Var olmaktan kaçmaya çalışmayı var olabilme çabası olarak okuyorsanız bu sizin kendi yorumunuz olur ve saygı duyarım. İnsan bulunduğu yerde varlık gösteremiyorsa ki böyle bir gayem yok tam tersi bulunduğum yerden varlık belirtisi göstermeye başladığım zaman gitmek arzusu depreşti hep. İnsan kendini bulamaz, bulsa da bulamaz düşüncesi hâkim bir nevi çünkü devingen bir değişim söz konusu. İnsan hangi ''ben’'ini bulacaktır da onu arama için çaba sarf etsin. Gitmek tüm bunlar için bir çözüm gibi geliyor bana da. İnsanın kendi gerçeği kendisi ile verdiği kavgada gizli diye düşünüyorum. Hangi ben kazanırsa kazansın kaybeden taraf olmaktan kurtulamayacağız. Bundan dolayı da kendimi bu kavgada saf dışı bırakmanın yollarını hâlâ arıyor bulunmaktayım.


E: Şiirlerinde beraber yürüdüğün binlerce hikâye de göze çarpıyor. Sokak çocukları, yurtsuzlar, çöp toplayıcıları, haksızlığa karşı bağıranlar… Sokakta gördüğün her yüz sende nasıl izler bırakıyor?


M.A: Yaşadığım toplumdan fiziksel olarak kopuk bir izlenim bıraksam da beni en çok zor durumda bırakanın arka sokakların olduğunu belirtmek isterim. Çok farklı hayatlar söz konusu ve yaşadığımız toplumun tek gerçek fotoğrafı diyebilirim. Çok zor ama bana geçen her yüzü taşımaya çalışmak benim için oldukça yorucu oluyor. Onları taşımaya çalışırken kendimi terk etmek zorunda kalıyorum bunun nasıl bir duygu olduğunu soracak olursanız anlatamayabilirim de üstelik. Bu yüzden insanlardan kaçıp tenha sokaklara dalma alışkanlığı kazandım zamanla. Kurtuluş olmasa da en azından bütün yüzleri eritip bir insan alaşımı oluşturmama katkı sağladı diyebilirim.


E: Coğrafyanın kader olması o coğrafyada yaşayanların üstünden atamadıkları kambur gibi. Bu senin şiirlerinde de hissediliyor. Sence insanlar kamburlarından bir gün kurtulabilecek mi?


M.A: Coğrafya insana bir kimlik veriyor ve ben bunu tam olarak bir kambur olarak iddia edemem. Evet, bize taşıması veya kabul edilebilmesi çok zor misyonlar yüklediği gerçeği her zaman başköşede de duruyor ama kazandırdığı dilden ve sunduğu bütün renklerden dolayı coğrafyaya tamamen olumsuz bir bakış açısı ile yaklaşamam. Ama benim için de önemli tespitleri olan ve bu konuya değinen Ali Şeriati de coğrafyanın ben üzerindeki belirleyiciliğinin kırılması için yöntemler sunduğunu da belirtmek isterim. Coğrafya tamamen kurtulmamız gereken bir yapı olmasa da onu ve dayatmalarını şekillendirebilme gücünü de her zaman kendimiz ile beraber taşımamız gerektiğini düşünüyorum.


E: Şiirlerin bir yanıyla insandaki bastırılan ve yaşanmak istenen duygulara dokunuyor. Bunun üzerine neler söylemek istersin?


M.A: İnsan bir yerde kendine dolanabilen de bir varlık. Kendimizle bu kadar uğraşmamız ya da kendimizi kendimizle bu kadar çok meşgul etme huyumuz bazı içsel mekanizmaları harekete geçiriyor. Bu bende çok farklı işledi süreç olarak. Eylemsel bir süreç söz konusu olmayınca bilişsel bir çözülme ve çözümleme harekatı başladı. Bu hem etnik kimliğim hem de sosyal kimliğim hakkında vardığım yargıların kritiğini yapma girişimlerim olarak okunabilir. Çünkü kaçtığım şeylere hep yakalandığım yer yine kendim oldu. Bu yüzden bastırılmış ya da yaşanması arzulanan duygular olmasından öte bunun katartik bir durum olduğunu belirtmem daha doğru olacaktır.


E: Sevgili Mehmet Ali, son olarak insana özünü hatırlatmak için bizimle bir dize paylaşmanı istesek hangi dizeyi paylaşırsın?


M.A: ''Kişi kendini ararken kendini hep yitirme tehlikesi altında bulan varlıktır. – Ya da ters taraftan kişi kendisini hep yitirme tehlikesi altındayken arayan varlıktır.''


Oruç Aruoba - Yürüme