Şiirin bahçesinde bu kez şiirin genç yüzlerinden sevgili Mervan Ari Sunca’yı misafir

ediyoruz. Mervan Ari Sunca ile şiire yönelik genel düşüncelerini, bu düşüncelerle temelini attığı ve zamanla kendi rengini bulduğu şiirleri üzerine konuşacağız.

 

Sevgili Mervan, bahçemize misafir olman bizi çok mutlu etti. İyi ki geldin. Söyleşimizin başında şiirin genç yüzlerinden dedik senin için. Bize biraz Mervan Ari Sunca’dan bahseder misin? Şiirle olan yolculuğun nasıl başladı?

 

Öncelikle selamlar sevgili Erman abi, ince davetin için çok teşekkür ederim. Ben 2001 yılının Mayıs ayında Kars Merkez’de dünyaya geldim. İşçi bir baba ve ev hanımı bir annenin en küçük çocuğuyum. Eğitimimin ilk on iki yıllık dönemi Kars’ta geçti. Daha sonra eğitimime devam etmek için Çankırı’ya geldim ve şu an matematik alanında eğitim almaktayım. Çocukluk yıllarımdan itibaren edebiyat, sinema, müzik ve görsel sanatlara sevgim vardı. Müzik ve görsel sanatlara olan sevgim platonik olarak sürmekte, sinema bir hayal olarak yerini koruyor ve edebiyatı da -haddim olmayarak- icra etmekteyim. Kendimle ilgili anlam arayışım çocukluk yıllarımdan beridir devam ediyor ve şiire ilgim tam da bu arayıştan dolayı ortaya çıktı. Kişinin iç hesaplaşmalarına, toplumda yaşanan haksızlıklara ve şüphesiz insanın insan olduğundan beridir başına gelen bin bir musibete yaklaşımım hep şiir üzerinden şekil aldı. Yani ben dünyayla insan arasında belirli ilişki düzeyleri olduğunu düşünen biriyim ve en nihayetinde düşünen de biriyim. Bu ilişki düzeylerini ve insanın düşünebilme yetisinin estetik formunu şiirde gördüm. Bütünü itibariyle şiirle olan yolculuğum böyle doğdu, umuyorum devam eder.   


 


Her şair ve yazar için bazı metaforlar ve imgeler çok önemlidir. Şiirlerinde sende yeri

farklı olan bir metafor veya imge var mı? Bunları şiirlerine işlerken nasıl bir yol

izliyorsun?

 

Şiir temasıyla, başlığıyla ve görünümüyle beraber inşa edilir. İyi kurulmuş bir şiir sırtını gizli veya malum olan anlamına dayar. Benim yazdığım şiirlerde ise imgeler, daha önce yan yana gelmemiş sıfatlar ve nesnelerin bir tür uyumlu -belki de uyumsuz- çalışmasıyla şekil alır. Şiiri yazarken dikkat ettiğim şey, anlatısının olmasıyla beraber, nasıl kurduğumdur. Doğduğum topraklardaki sembollere konuşmayı öğretip, onların şiirce ağırlıklarının olması sanırım sorunun metafor kısmına cevap veriyor. Öte yandan, dinlediğim “dengbejler” şiirimde çokça yer kaplıyor. Onların meselelere alaycı yaklaşımları ya da sözle haykırmaları benim zaman zaman deneysel olan çalışmalarımı çokça etkiliyor. Onların da dayandığı toplumsal trajedilerden çok fazla ürün de çıkıyor haliyle.

 


 

Şairi ve şiiri birbirinden ayrı veya birlikte değerlendirilmesi yönelik tartışmalar

edebiyat çevrelerinde uzun yıllardır tartışılan bir konu. Senin bu konuya yaklaşımını

öğrenebilir miyiz?

 

 Bu tartışma son dönemlerde yaşanan tatsız olaylarla da palazlandı, yeni bir boyuta erişti. Eskiden de böyle miydi bilmiyorum ama bildiğim şey; şair şu an daha canlı bir varlık. Eleştirilerini edebi metin yayımlayarak değil tweet atarak sunan bir varlık. Doğal sanatçı reflekslerinden de epey bir uzaklaşmış gibi duruyor. Bu yüzden bir şairi yalnızca şiirleriyle ele almak zorlaşıyor. Yani şiiri şairinden bağımsız değerlendirmemize sebep olan şey yine şairin pratikleri. Peki iyi şiir yazan biri gerçekten iyi bir şair midir? İyi şiir yazmak, kişiyi şair yapan etmenlerden sadece biridir. Şair olmak bir bütün olarak sanatçı pratiklerini davranışlarında, söylemlerinde barındırmaktır. Muhalif olmasından, vicdanı olmasından bile önce şair yaşadığı toplumda gerçekleşen olayları şiirlerinde göstermelidir. Tüm bu bağlamlarla değerlendirilen şair tabii ki şiirinden ayrı tutulamaz.

 


 

Şiirlerinde bireyin iç dünyasını, sancılarını ortaya koyuyorsun. Bireyin kendi iç

dünyasındaki kavganın dışa vurumu ve senin bu bağlamda gerek kendine dair

gerekse yaşadığın çevre içerisindeki gözlemlerin şiirlerine nasıl bir duygu katıyor?

 

Kendimle ve çevremle ilgili aldığım notlar büyüyüp ya da küçülüp şiire dönüşüyor genelde. Aslında bu soruya ilk cümlemle cevap verdim ama hazır fırsatım varken biraz gevezelik etmem göz çıkarmaz. İnsan dünyaya geldikten sonra doğumundan gayrı bir inşa sürecine de giriyor. Okula gidiyor, askere gidiyor, aşık oluyor ve daha nice öğrenim sürecinden geçiyor. Kimilerinin kazıyarak bulduğu, kimilerinin yokmuş gibi davrandığı bir “iç sıkıntısı” bu saydığım tedrisatlardan geçen biri olarak benim için de yıllardır en güncel halim olarak yerini koruyor. Bu süreçleri atlatırken veya atlatamazken marangoz olabilirdim, hırsız olabilirdim, aktivist olabilirdim ama ben şiir yazmayı seçtim. Şiir yazmayı “kutsal” bulmamakla birlikte yirmi birinci yüzyılda şiir yazmanın, yalnızca kalemi eline alıp bir şeyler karalamaktan daha önemli bir eylem olduğunu da biliyorum. Bu fikirle de yola çıkacak olursak iç dünyamda sürdürmekte olduğum bir kavgadan değil artık bu kavgayı sürdüremiyor oluşumdan dolayı şiir yazıyorum diyebilirim. Sorunun “gözlem” kısmına gelecek olursak –ki bunun da cevabı ilk cümlemdir- var olmak endişesini taşıyan insanlar topluluğu benim de çevremi oluşturuyor hatta yalnız benim değil hepimizin çevresini oluşturuyor. Bu endişeleri şiire eklemem, şiire biraz sinematografik biraz da trajik bir sebepsizlik katıyor.




Soyut ve deneysel bir anlayışla yazılan şiirlerin günümüzde daha çok ön planda

olduğunu görüyoruz. Senin şiirlerinde soyut bir şiir anlayışı kendini gösterse de

temelinde toplumsal duyarlılığı yüksek olan bir şiir anlayışı karşımıza çıkıyor. Bu

durumu bir de senden dinleyelim.

 

Toplumsal olayları ve acıları kafanıza çok taktığınız zaman yaşanan her şey bir yerde sizin bireysel probleminiz olmaya başlar. Bu mantıkla, bireysel acılarımı yazıyorum diyebilirim. Yazdıklarımın sosyolojik bir kıymetinin olmadığını düşünmekle beraber işlediğim konuların gerçekliği, plastik ürünler vermediğim konusunda ikna ediyor beni. Yaşadığım mesleki dezenformasyon da beni toplumsal duyarlılığı yüksek şiirler yazmaya itiyor diyebilirim. Pozitif Bilimler alanında eğitim gören biri olarak nihai cevaba sorularla erişmek istiyorum –henüz bulamadım cevabı- sorularım da genelde toplumsal olayların paralelinde şekil alıyor. Bu cevaplara erişmeye çalışırken de şiir yazarken buluyorum kendimi. Samimi bir cevap da verecek olursam; ne bir cevap bulabildim ne de cevabı bulacağıma bir umudum kaldı. 


 


“yani şimdi sen öleceksin

ben de sana kılıf bakacağım çarşıdan.

içine sığmayacaksın,

öldüğünü tekrar hatırlayacağım.”

 

Yeryüzünde savaşları çıkartanlar kendilerini haklı çıkartmak için birçok nedeni öne

sürüp, kitle psikolojisi ile kendilerini haklı gösteriyorlar. Oysa hangi neden olursa olsun insan yaşamından daha değerli değildir. Senin şiirlerinde de insan ölümlerini

meşrulaştıran nedenlere tepki var. Şiirlerindeki bu duruş üzerine konuşalım istiyorum.

 

İnsanlar savaşı bir gereksinim olarak görmeye başladığında yerleşik hayata yeni geçmişlerdi. Orta ve Modern Dünya’da bu gereksinim bir ekonomik lunapark olmaya başladı. –atlıkarıncalar katil olmuştu, çarpışan arabalar paramparça oluyordu- 19.yy’ın ulus devlet sistemi, savaşları bir hayatta kalma formülü olarak göstermişti insanlığa ve savaşı reddeden milletler baskı görüyordu (bkz. Malakanlar; sürgün, anti-militarist Ruslar) Aslında psikolojik yöntemlerle, fiziki yıldırma işlemleri ile insanlar askerleştirildi ve sivil kalanlar da vijilantist eylemlere zorlandı. Devletler kendi elleriyle biricik katillerini yarattı.


 


Sevgili Mervan, bir şeyler üretmek için yola çıkan insanlara da destek oluyorsun. Bunun somut örneği genel yayın yönetmeliğini yaptığın “Grapon Kağıtları” adlı çevrimiçi edebiyat platformu. Yeni yüzlere bir alan açmak ve onlarla edebiyata dair ilişkiler geliştirmek nasıl bir duygu?

 

Grapon Kağıtları bir tepki olarak doğdu diyebilirim. 2022 yılında Kenan Osmanoğlu ile birlikte bu işe başladığımızda aklımızda olan hedef tam olarak da edebiyatın rahmine yeni yüzler bırakmaktı. Başta Kenan, ben ve Deniz Sonat’ın şiirlerini yayımladığımız Grapon Kağıtları bugün daha geniş bir yazar ve okur kitlesine sahip. Nasıl hissettiğime gelecek olursak… Tarifsiz demem gerekiyor ama ben yine de becerebildiğim kadarıyla tarif edeyim. Gelen eserleri tek tek okumak, hepsinin üzerine uzun uzun düşünmek, yayımladıktan sonra yazarla birlikte eseri herkese duyurmaya çalışmamız çok keyifli. Kenan’ın eleştirileri ve zeki yayıncı hamleleri ile Deniz’in editör refleksleri hizada tuttuğumuz Grapon Kağıtları hayat arkadaşım Roj’un destekleri ile de –beni de ayakta tuttuğu için- ayakta duruyor. Grapon Kağıtları’nın bir diğer ayakta tutan etmeni ise yazarlarıdır. Aslında bu sorununda en güzel tarafı onlara teşekkür etmem için bana zemin hazırlamasıdır.


 

“İçinde bir yerlere atıp

bir daha ne zaman çıkaracağını kafanda hiç tasarlamadığın cümleleri

mektup olarak annene gönderdiğin zaman

ölümüne ihtimal bile vermediğin son kişiyi de kaybedeceksin.”

 

Yaşamın son bulduğu noktanın adı yalnızlık oluyor senin şiirlerinde. Bireyin yakınlarını

kaybedişi yalnızlığına bir kat daha arttırıyor. Yalnızlık, sende neyi ifade ediyor?

 

İnsanın tek hissetme halinden yalnızlığa geçişi başka hiçbir durumda olmayacak kadar serttir. İki durum arasındaki çizgi çok belirgindir. Bu belirginliğe rağmen damdan düşer gibi yalnız kalır insan. Bir hücreye kısılıp kalmak ve yalnız olmak arasında milyonlarca fark ve milyonlarca benzerlik vardır. Gurbette olmakla, yalnız olmak birbirinden farklı durumlardır ve aslında birbiri ile ayını durumlardır. Bir konserde, yüzlerce insanla yan yana olmakla, tek başına seyahat etmek birbirinden çok farklı iki yerde olmaktır ama iki yerde de aynı yalnızlığı hissetmek mümkündür. Yalnızlık benim için tüm bu paradoksların iç içe geçip hiçbir şey olamamanın, aidiyetten sıyrılmanın temsiliyetidir. 


 


Sevgili Mervan, son olarak senden umuda dair bir dize paylaşmanı istesek, bizimle

hangi dizeyi paylaşmak istersin? 

 

Hiçbir şeye hiçbir umudum kalmamasına rağmen burada Nazım’dan bahsetmezsek bütün bir edebiyata ayıp etmiş oluruz. Okuyucuları Nazım Hikmet’le baş başa bırakmadan önce sana çok teşekkür ederim sevgili Erman Abi. Bubi Sanat’taki tüm edebiyat emekçilerine selam olsun.

 

En güzel deniz:

henüz gidilmemiş olandır.

En güzel çocuk:

henüz büyümedi.

En güzel günlerimiz:

henüz yaşamadıklarımız.

Ve sana söylemek istediğim en güzel söz:

henüz söylememiş olduğum sözdür.