Yaşarken mutlu olduğumuz ânlar kısa ânlar gibi gelir. Oysa acılar öyle mi? Ne de uzun gelir yaşa yaşa bitmez sanki. Bazen ince bir sızı gelip içimize oturur, boğazımızda bir yumru olur, yutkunamayız. Nefes almak da zorlanırız. Hemen elimizi kalbimize götürürüz. Hepimizin yaşadığı ânlardır bunlar. Hissettiğimiz mutluluğu gölgeliyor gibi gelir. Nereye gidersek gidelim peşimizden gelir sanki. Beklemediğimiz anlarda yaşadığımız duygu patlamaları bizi öldürmez, faydası olur, bizi hayata karşı güçlü kılar. Diğer yandan da sahip olduğumuz ve şükretmemiz gereken şeylerin olduğunu görmemizi sağlar. Hayatta derin acılar hissettiğimiz ânlar var. Nefes alamamak, paramparça olmak, mahvolmak hiç o kadar fena bir şey olmasa gerek. İnsan olduğumuz anlara ne mutlu. Tam da bu anlarda hissederiz, insan olduğumuzu. İçimize oturan o sızı, kimi zaman geçmiş bir yaranın durup durup kanaması, bir özlemin ağır gelmesi, soykırımlar, kayıplarımız; kimsenin görmediği bir gözyaşı olup akar insanlığımıza... Oturup bir kenarda insanlık adına ve kendi adımıza hiçbir şey yapamadığımız için saatlerce ağladığımız kutlu ânlar. 


Gözyaşlarımız aktıkça temizleniriz. Bunu yaşadığımız o ânın içinde göremeyiz belki ama feraha çıkarız, ağlamak temizlenmektir. Yaraların izleri derindir. Kimseleri kırmayayım diye gösterdiğimiz özveri, içimize attıklarınız, bir kaba su doldurup o suya içimizi dökeriz, birikirse daha çok üzer. Suya anlatmak iyi gelir. Bazen hikmetli bir rüyayla yorumlanmak isteriz, bazen bir ağaca, bazen bir insana anlatırız. İçimizde hissettiğimizde o sıkıntıyı nasıl dökeceğimizi bilemediğimizde veya henüz o sıkıntıyla yüzleşmeye hazır olmadığımızda içimizde bekletmeden dökmek en iyisi, yüzleşene dek. 

Kimi zaman gelir kendimizi de yarı yolda bırakırız, bedenimizle kalbimizin arasında uzun mesafeler olur; kendimizi her bıraktığımızda bile içten içe bir yanımız umudu söyler ve yine kendimize sıkı sıkı sarılırız. Çünkü insan kendinden istese de vazgeçemez. Vazgeçmemeli. Kendimize dair umudumuz; ruhumuz bedenimizi bırakana dek emaneti teslim edeceğimiz o son âna kadar olmalı. Zor zamanların üstesinden gelme, yeniden başlama gücünü hissetme, duygusal bir döngüden geçme hepsi birden olmayacaktır. Kendimizi bıraktığımız anlarda bile hüzünlü bir veda edemeyiz. Üzerimizde dolaşan kara bulutlar gün gelir ışığımızı söndürmeyi bırakır. Nihayetinde Dünya garip bir yer ve insan da gariptir. Zulüm ile abad olanın akıbeti berbad olur inancına da sahibiz. 


Yol uzun kimi yollar düz ve engelsiz, kimi daracık bir patika ve taşlarla dolu. Yola çıktığımızda attığımız ilk adım karşımıza güzelliklerde çıkarabilir, sorunlarda.  

Yeniden başlamaya “Merhaba” demek “Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır” da demektir aynı zamanda. Hayallerimize, dualarımıza inanırız. Ayaklarımız bizi bundan sonra kalbimizin götürdüğü yere götürür. Ne de olsa acının içinden geçmişizdir. Ne yaşadığımızı bilen bilge yanımız, kalbimiz! 


Eski model çevirmeli bir telefonla konuştuğumu ve güzel haberler alacağımı hayal ediyorum. Nostaljiyi seviyorum. Evet güzel haberler bana hep kutlu zamanlarda telefonla gelir. 

İlhama açık, ilham veren enerjinle yolun açılmıştır artık... Gözlerindeki ışığa ne demeli... “Ellerimi bahçeye dikiyorum / Yeşereceğim, biliyorum” diyordu Furug Ferruhzad.

Yeşil ışık yanar geçer ve yolumuzu buluruz. Yürür gideriz bunca zaman durmanın da bir hikmeti varmış diye düşünürüz. Chopin’in Nocturn’le içinize yeni bir şiir doğmuştur ani bir ilhamla onu başka bir enstrümana ihtiyacınız olmadan büyütüp geliştirebilirsiniz, şiirin sesini duymuşsunuzdur bir kere. Bütün bu hayat deneyimleri, mutlu ve acı dolu ânlar bizi iyi bir şiire davet etmiştir. 


Şiirin gönlü hoş olsun. Onun gönlü sizin gönlünüz çünkü. 

 

ZEYNEP YILDIRIM