Merhabalar,


Şimdi diyelim ki on yaşındayım. on kere on yaşından tam doksan yıl önce on yaşındayım.

Eskişehir'de soğuk bir Kasım günü. Akşam soğuğu, gün çökmek üzere babamın borçlarının üzerine.


Eve gelmek üzere babam, evin sokağından dönmek üzere elleri boş.

Kafasında bin bir düşünce, bazen kendi kendine konuşuyor.

O an yanına koşup; Baba! hiçbir şey iyi olmayacak, her şey uzunca bir süre daha da kötüye gidecek. İyi olmaya başlar gibi olduğu zaman çoktan zihnen ölmüş olacaksın. Ve inanır mısın aynı şeyleri ben de yaşayacağım çünkü yaşatacaksın sen de anneme diyebilecek miyim diye düşünmüyorum çünkü


Çünkü o soğuk Kasım akşamı mahalle maçında kaleciyim.


Topun sahibi çocuk, bir şut çekiyor ki; altında kurbağaların, türlü böceklerin, örümceklerin yuva yuva yuvalandığı taşlardan iki ucuna kale yaptığımız duvara doğru.


Kenarları yırtılmış top, kulağımı sıyırıp geçiyor ve duvara çarpıyor.


GOL!


GOL! ULAN GOL OLDU!


Kulağım, babamın eve elleri boş dönerken, dolup taşan zihni gibi sancıyla yankılanıyor.


Ama erkekliğe bok sürdürmeyeceğiz ya.


Çatlayan sesimle, devam ulan devam diye topu dikiyorum havaya.


Belki de 65 yılı, bireysel farkındalığın kıyısından köşesinden bile geçmemiş Nazire teyzenin bahçesine düşürüyorum topu.


Oyun bitiyor, eve dönüyorum.


Kıymanın, televizyonda babamla beraber canlı canlı izlediğimiz Saddam'ın idamında geçen bir iki cümleden başka bir şey ifade etmediği bir biber dolması yiyoruz hep beraber.


Daha birkaç saat önce annem, yaramazlık yaptığımız ve birbirimize saldırdığımız için ablamla beni çırılçıplak soyarak dövmemiş ve yalan olduğunu bile bile bir daha yapmayacağımıza yemin etmemizin ardından tekrar bizi o kara delikten döverek çıkarmamış gibi bir akşamın sonunda yiyoruz o biber dolmasını.


Sonra bir de cacık var. Babam tüm bu olanları öğrenince annemi banyoya kilitleyip, annemin bizi dövdüğünün on katı dövmemiş gibi sıyırıyoruz cacığın dibini.


Ama nereden bileyim o cacığın, zihnimdeki kimyasal döngülerin zehri olacağını.


Eminim annem de böyle olsun istemezdi. Babam da. Ama böyle oldu.


Zihnim, bunların hepsini binbir zahmetle her bir kıvrımına kaydetti. Bambaşka bir kimyasal döngü kaydetti kendi kendine.


Bugün biri bana benden habersiz arkadan dokunsa ve benim elimde kırkbeşlik bir Baretta olsa, nereden bileceğim onu anlık, dürtüsel bir korkuyla delik deşik edeceğimi?


Velhasıl kelam ve Aleyna Aleyküm Selam,


Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalarken, ablam her şeyi ve herkesi affetti.


Ben, her şeyden ve herkesten önce kendimi tanıyamadım.


İşlerin nasıl olacağını, yürüyeceğini bilmediğim gibi bir de toplum içine karıştım.


Kurumsal bir kimlik kazandım kazanmasına ancak, sıkıntılı olduğumdan hep gölgelerde saklandım.


Anlaşılmanın bir cehennem olduğu yönündeki sonsuz yanılsamalarım ve beynimin bizatihi bana ayırdığı on beş dakikalık "yazabilme" kapasitesinin dolduğundan dolayı bir sonraki bölümü yazabilmek üzere buzdolabına altıncı Kırmızı Tuborg'u(Sadece gerçekten sıkıntılı metalcilerin birasıdır) açmaya yönlendirildiğimi bildirir, ilk bölüm hakkındaki "devamının gelmesi iyi olur hocam, biraz daha ne kadar sıkıntılısınız okuyalım bakalım" yorumlarınızın konfirmesini bekler, iyi çalışmalar dilerim.


Thanks in advance

Best Regards.