Duvardaki saate benliğini kaptırmıştı. Gecenin karanlığında odayı aydınlatan hiçbir ışık yokken bile saati görebiliyordu. Sessizlik ile beraber artan saatin sesi artık kulağını aşmış, beyninin içine girmişti. Giderek kendini daha fazla kaptırıyordu bu saate. Sanki saatin sesi ve karanlıktaki silüeti bir sarmaşık gibi sarıyordu onun benliğini. İlerleyen birkaç saatin ardından artık beyni tamamen boşalmıştı. Hiçbir şey düşünmüyor, hiçbir şey yapmıyordu. Hemen yanı başında duran saksıdaki çiçekten farkı kalmamıştı. Ne olduğu yerden kalkmayı düşünüyordu ne de gözlerini kapayıp uyumayı. İşte tam o sırada bir şey oldu. Saat durdu. Saatin sesi ve silüeti bir anda yok olup karanlığın arkasına saklandı. Bunu izleyen birkaç saniyenin ardındanboğulmaya başladı. Sanki nefes almak neymiş, daha önce bunu hiç yapmamış gibi onun yaşadığına tek işaret olan şeyi istemsiz yapmayı bıraktı. Saatle beraber o da durmuştu. O an tekrar düşünmeye başladı. Aklından uzun süre sonra bir tek bir şey geçti. ’’Saat gibi silüetinin de kaybolabileceği.’’ Boğazını tutarak kalktı oturduğu yerden. Hala nefes almıyor, boğuluyordu. Bu sanki beyninin onu öldürmek istemesi gibi bir şeydi. Zorlanarak antredeki aynanın karşısına kadar gitti. Zar zor kalktı ve kendine baktı. Yüzünü ilk kez görmüşcesine, bir şaşkınlık içinde kanlanan gözlerinin içine baktı ve kırmızı sarmaşıklar içinde tek başına açmış cosmos çiçeğini gördü. Birkaç saniyenin ardından beyni, onu tekrar yaşatmaya karar vermiş gibi yeniden nefes almasını sağladı. Farkına varmadan çektiği o ilk nefes, yeni doğmuş bir bebeğin içine çektiği nefes gibi ciğerlerini yakmaya başladı. Ve tıpkı bir bebek gibi ağlamaya başladı. O kadar uzun ağladı ki gecenin karanlığı giderek kaybolmuş, doğan güneşin ilk ışıkları kapısı açık kalan odanın penceresinden girip gözlerinin içine kadar ulaşmıştı. Gözlerine ulaşan ışık ağlamasını bir bıçak gibi kesmişti. Yavaşça doğruldu ve aynanın karşında dün gece ilk kez gördüğü yüzü incelemeye başladı. Kan çanağına dönen gözleri tek bir rengin esareti altındaydı -KIRMIZI- . Gözlerine baktıkça haline acıyor, belki de ilk kez kendisi için üzülüyordu. Gözlerinin ardından, bir hayli uzamış sakalını, saçını inceledi. Aynaya bakarken sanki kendisini değil de bir yabancıya bakıyormuşçasına; baktıkça bakıyordu. Ağlaması kadar uzun süren bu tetkik, saatten gelen tik tak sesi ile son buldu.