Bugün, ömrünün çoğunu rüzgar tünelinde geçiren bir aerodinami uzmanı olduğumu düşündüm. Rüzgarı seviyordum, havanın akışını, ve cansız nesneler üzerindeki etkilerini, direnci, uçuş dinamiklerini, Bernoulli bir çeşit kahramandı mesela, ama müzik hakkında aynı heyecanı hiçbir zaman hissedememiştim. Çok talihsiz bir disleksi hali; insanları sarhoş eden notaların ahengini göremiyor, duyamıyordum.
Ama o gece gereksiz her ses sahneden çekildi, sokağın gürültüsü, perdelerin hışırtısı... Ve başının hareketleri, boynunun devinimleri ama en önemlisi saçlarının savruluşuyla havada oluşan akımlar bana bir melodi gibi gelmeye başladılar, ne talihli sinestezi! Tüm bu müziği duymak için gerçek hayattaki bir duyumdan vazgeçmiş olmam öylesine hüzünlü öylesine eğlendiriciydi ki kahkahamla tüm orkestrayı susturmamak için kendime zor hakim oldum.
Müziği o sonlandırdı, saçları duruldu, mezarlıklar ayrıldı, ayağa kalktı ve kelimeler dudaklarından belirdi; “Şimdi gerçekten her yerde kış mı ?”
Değildi. Ekvatorda değildi mesela. Ama ben sanırım hep kendi yarımküremin yazarlarını okumuştum; çünkü öykülerde, romanlarda kış ayları hep kıştı, eylülde yağmurlar, ocakta kar. Ya da edebiyat tarihini işgal etmiş her yazar benimle benzer iklimlerde yaşamış diye düşündüm. Tabii bir ihtimal daha vardı; başka bir iklimden bir yazar - hazirandı ve kar yağıyordu ya da aylardan şubattı ve bunaltıcı bir sıcak vardı dediğinde bunun bir gerçeklikten ziyade önemsiz bir meteorolojik tutarsızlık olduğunu düşünmüştüm. Tüm bunlardan bahsetmedim. Endülüs'te bile kış, dedim Tekrar, sadece gülümsedi. Gülümsemesi hala çok güzeldi.
O gece, aynı rüyadayken sıcaklığını hissetmek mucizevi bir şeydi, mucizevi bir şeyden haber veriyordu ve nefes alış verişini duymak daha da büyük bir şeydi; ciğerleri devasa bir körük gibi -bir akordeon körüğü mesela- ama her türlü hatalı sesten arındırılmış.. Ve belli belirsiz de olsa kalp atımının sesini duymak; güp güp ya da tik tak; nihayetinde bir metronom.. Ve ben oldum olası güzel bir müziğin sonlanmasından korkmuşumdur.
(Korkumun temeli daha derinlerde bir yerdeydi, çünkü içten içe biliyor ve inanıyordum ki- tüm bunlar bir rüyaysa- M.'nin yaşamadığı bir hayat, artık eksik bir hayattır.)