-Renk - Son Defa dinlenerek okunması rica olunur.-


Sıkıcı, boğucu ve sabahını bekleyen bir geceydi. Diğer geçen gecelere çok benziyordu. Evimde yalnızdım, beni bekleyen sadece tek dostum karanlık vardı. Yarın yine erken kalkıp işe gitmeliydim. Aynı günleri yaşayıp duruyordum, ruhum kaçmak istese de izin vermiyordum. Çünkü buna mecburdum.


Diğer gecelere benzemeyen bir gece olacağını telefonumun çalmasından anlamıştım. Koyduğum masanın üstünde telefonum can çekişiyordu titreyerek. Açmak istemedim. Ama yine de masaya doğru yönelip telefonumu elime aldım ve telefonumun ekranına baktığımda arayanın Barlas olduğunu gördüm.


Barlas ile liseden beri tanışıyorduk. Zaman ikimizi de çok değiştirmiş olsa bile, bir araya geldiğimizde lise anılarımızdan tekrar tekrar bahseder, konuştukça tekrar anıları yaşar ve gülerdik. Anıları güzelleştiren tek şey, acı bir hatıra da olsa geçmişte kalmalarıdır. Asla bir daha yaşanılmayacak olması onları değerli kılar. Geçmiş özlenmek için vardır. Özlemek, hayatın yarısıdır.


Bulutlar gibi dağılmış siyah saçları aykırı duruyordu. Büyük siyah gözlerine bakarsanız kendi ruhunuzu görebilirsiniz. Öylesine donuktu bakışları ve elleri titrerdi cennetten kovulduğunu biliyormuş gibi.


Telefonu açtım. Hiçbir ses duyulmuyordu, ya yanlışlıkla arandığımı ya da şakaya maruz kaldığımı düşünürken birden Barlas'ın sesini duydum.


''Birini öldürdüm. Çabuk, evime gel!''


Ne, nasıl diyemeden telefon kapandı. O an zihnimde türlü türlü birbirinden farklı düşünceler birbirini izledi. Şaka olabileceği ihtimali biraz olsun içimi rahatlatıyordu. Aslında şaka olmasını ümit ediyordum.


Barlas'ın evi, evime üç sokak ötedeydi. 4 katlı binanın zemin katında, eşyalarıyla birlikte kendisinin zor sığdığı bir dairede oturuyordu.


Aceleyle çıktım evden ve koşmaya başladım içimdeki binbir kuruntuyla. Düşüncelerimle koşmak beni yavaşlatıyordu. Bir bir geçtim şehrin üstüne çökmüş karanlık sokaklardan.


Evine yaklaştıkça düşüncelerimde boğuluyordum. Ne yapmalıydım? Ağlayacak gibi oluyordum çünkü zihnimi kontrol edemiyordum.


İşte sonunda varmıştım, içeri girdiğimde beni ne karşılayacağını bilmiyor, aklımdan ölü bir beden tasarlıyordum. Kapı açıktı. İyice tedirgin oldum. Uzun, karanlık, dar koridordan yürürken Barlas'ın odasının kapısının kapalı ve ışığın açık olduğunu görmüştüm. Nefesim hızlandı, adımlarım yavaşladı. Kapı kolunu tutarken derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım.


Gördüklerimi hâlâ unutamıyorum ve olaydan aylar geçse de o koridoru hatırladıkça nefesim daralıyor.


Barlas'ı yatağının kenarında, yerde kanlar içinde yatarken gördüm. Yatağının karşısındaki masanın üzerinde eskiden polis olan babasının silahı gözüme çarptı. Babasının silahı olduğunu anladım çünkü lisedeyken evlerine gittiğimde o silahla bana eşek şakaları yapardı. Silahın yanında bembeyaz sayfalara düşmüş kan lekeleri vardı. Hemen Barlas'ın yanına çöktüğümde, karın boşluğundan akan kanın tişörtünün rengini değiştirdiğini, kanadıkça kanayan gövdesini gördüm.


Ellerim titriyordu. Bulantım ürpertiye dönüştü ve kaskatı kesildim. Telefonu arayıp ambulans istedim. Bileklerini tutup nabzını kontrol etmeye çalıştım. Nabzı çok yavaş atıyordu. Bilinci kapalıydı. Telefondaki ses bana ambulansın hemen geleceğini yanından ayrılmamam gerektiğini söylüyordu.


Bunu ona kim yapmıştı? Bildiğim kadarıyla hiçbir düşmanı olmayan, en az ceviz ağaçları kadar yalnız yaşayan, yalnızlığına aşık biriydi.


Elim, bileklerindeydi. Ağlayarak sesleniyordum ama hiçbir tepki vermiyordu. Nabzı gittikçe daha çok yavaşlıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, tek bildiğim bir an önce bulunduğum yeri terk etme isteğiydi.


Artık nabzını hissetmiyordum. Barlas ile birlikte sanki anılarım, gençliğim de ölmüştü. Ellerim titriyordu ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.


Ayağa kalkmıştım, sonradan tekrar kan lekeli beyaz kâğıt dikkatimi çekti. Masanın üstünde kanlı el izi vardı ve bazı sayfalara da damla damla kan düşmüştü. Önce buğulu gözlerimi silip aklımı toparlamaya çalıştıktan sonra, kâğıdı alıp okumaya başladım.


"Bize göre değildi yaşamak. Peki biz kimdik? Ya da ben kimim? Bu soruya verebilecek bir cevabım yok. Oysaki çok uğraşmıştım bir cevap bulabilmek için. Kim olduğunu bilmeyen yok olmaya mahkum olur. Yirmi beş yıl... Yirmi beş yıl kendimi tanıyamadım. Sonradan anladım; insan, insanı tanıyamazmış. Ne kendisini ne de başka bir insanı tanıyabilirmiş. Kafamdaki sesleri susturamadım. İnsanın en büyük düşmanı yine kendisiymiş. Karanlığa dönüşmeden önce karanlıktan korkardım. Ölmeden önce de ölülerden korkardım. İntiharın sızısını kalbime yama yapıp yaşama dayanmaktan artık çok yoruldum. Kendime hep şu soruyu sordum: "Sen kimsin?" diye. Buna artık verebilecek bir yanıtım var. Katil de benim, maktül de..."


Notu okumayı bitirip aynaya baktığımda aynada Barlas'ı gördüm.



Yazar Notu: İlk öykü deneyimimdi, hatalarım olduysa affola. Eksiklerimi yorumlarda yazarsanız daha dikkat ederim. Okuduğunuz, zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.


Resim: The Suicide, c. 1877 - Édouard Manet