Esrik papatya ağır ağır salınırken rüzgarda,

kanayan yerlerinden alır al rengini gül

ve gecenin karanlığına yağmurla gelince gök, 

alır başımı okşarım, okşarım iki avucumda;

ellerim senin ellerin, gözlerim senin gözlerin gibi.

Esrik papatya ağır ağır salınırken rüzgarda. 


Nefes aldırmamaya pek hevesli yokuşların

köhne, metruk binalarında, kaldırımlarında

bit yeniği arıyor her canlı, hamam böcekleri bile.

Diyorlar ki; geçerken geçen yaz, kök köke seninle biz,

neden gelmiyoruz artık, şimdi nerdeyiz?

Kentler arasında canlı kalmanın buruk sevinci içindeyiz. 


Yürüyorum, paytak paytak ve yalın ayak,

gecenin sessiz karanlığında, yalpalayarak.

Karlar, kepçeler ile atılmamışken henüz,

ayak izlerini sürüyorum bir gülün;

ayazda, çırılçıplak bir ayakla 

ve yalnız, yapayalnız, amansız soğukta,

ayak izlerini sürüyorum bir gülün. 


Göl kenarında bir banktan martıların dansını izliyorum;

aynı martıya odaklanıyormuşuz gibi bilmeden

ve coşkun dalgaların çocuksu sessizliğinde,

seni dudaklarından öpüp bastırırken kendime,

şimdi ne kadar da güneşim sana ne kadar da Antarktika. 


Esrik papatya ağır ağır yol alırken rüzgarda,

bir tren kaza yapar karlı, karanlık gecede;

gülün gülüşünü hatırlar son kez ve ölmeden

bir adam, elinde bir gülle gelir

Şimdi o gül, papatyanın göğsünde bir gülledir. 

Papatyaların ölümü, dostum, bahis üzerinedir:

Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor. -Sevmiyor.

Esrik papatya ağır ağır ölüyorken rüzgarda.