Anlama yolculuğuna çıkmak isteyen bir insan özgürleşmek ister. İnsan anladıkça hayattaki yönelimleri ve kararları daha mantıklı gerekçelere dayanır. 

Dünyaya gözlerini açtığımız aile bir sınıfa aittir ve biz yaşımız ilerledikçe anlarız ki karşılaştığımız tüm sorunlar bir bakıma sınıfsaldır.

Eğer dünyaya gözlerinizi, modern anlamda eğitim almış kuşak sayısı en fazla 3 olan Türkiye'de açtıysanız ve ilk eğitimli kuşak olma sorumluluğu üstünüze kalmışsa birçok sorunla aynı anda mücadele etmek zorundasınızdır.

Modern dünyada geleneksel kalmış ve modernleşememiş bir ailede, modern hayata adaptasyon eğitimli olan sizin üzerinizden yürümek zorundadır. Bu sorunu 2 kuşak öncesinde bir şekilde çözmüş bir ailede, modern hayata adaptasyon zorlu olmayacaktır.


İnsanlar bir sınıfa aittir ve işçi sınıfına mensup bir ailenin eğitimli bir genci bir üst sınıfa yükselme zorunluluğu içinde kendini bulacaktır. Sınıf geçişini yapamayan ebeveynleri tarafından şu sözleri duyma olasılığı yüksektir: "Oku da bizim gibi olma, bize benzeme."


Amerikalı sosyolog Richard Sennett, Sınıfın Gizli Yaraları kitabında işçi (alt) sınıftaki otoriter baba figürü ile ilgili şöyle bir gözlemde bulunur:

"İşçi sınıfı ailelerinde babanın otoritesine ve disipline çok daha büyük bir önem atfedilir. Ayrıca, bu "otoriter" ebeveyn tutumları ailede birlikte geçirilen zamanı uzatır, böylece bir çocuğun bebekliğinde olduğu kadar yetişkinliğinde de belirgin olur. Çıkan sonuç, genellikle ebeveynin dış dünyada statüden yoksun kalmasını ev içinde otoriterliğini sürekli kılmasıyla telafi etmeye çalışmasıdır."


Dış dünyada statüden yoksun kalan ve kendi haysiyetini korumak gayesiyle üst sınıfa yükselmek isteyen bir işçi kendi çocuğunun eğitimine önem vermek zorundadır. Sınıf geçişini yapma ağırlığını üstüne alan bir genç kendi kuşağı ve eski kuşak arasında bir köprü görevi görebilir ve aynı zamanda bu bir kişisel dönüşümü de beraberinde getirebilir.