Bir matematik tanımı, “Daire: Çember tarafından sınırlandırılan düzemsel alana daire denir.” Daireyi daire yapan, çevresindeki yuvarlaksı çizgiselliktir. Çember algılanmaksızın daire kavranamaz.
Varlığı belirleyen ve kendiliğini sağlayan şey, onu çevreleyen sınırlarıdır; dolayısıyla sınırları bilinmeyen bir varlık da tam olarak kavranamaz. Sınırları bilmek, yani tanımak ise ancak sınırlara varmaktan, onu zorlamaktan geçer... ben çemberin etrafını dolanmaktan, köşelerine anlaya anlaya dokunmaktan, o çizgileri aşıp aşamayacağımı denemekten, sınırlarımı zorlamaktan ve söz konusu varlığımın imkanlarını bilmekten geçiyorum...
Çünkü biliyorum. Sınırlarını zorlamadığın bir şeyin doğasını da kavrayamazsın, hatta hiç göremezsin. Netliğini… Neye dayandığını… Nereden beslendiğini… Hangi bir diğer alanın sınırıyla kapı komşusu olduğunu ve etkileştiğini…Neticedesenin oraya vereceğin bir şey de olamaz zira doğasını bilmediğin bir zemine tohum da ekemezsin.
Sadece yer ve gidersin; yer ve gider. Ama asla doymadan. Asla beslenmeden. Asla kendinden bir şey bırakamadan. Asla tadını alamadan. Ve asla anlamadan ve kavramadan… Orası senin mekânın olamaz, sen ancak oranın misafiri ve ziyaretçisisindir.
Çoğu şeyle ilişkimiz böyledir. Çok az şeyi tanıyarak ve kavrayarak muhatap oluruz; tanımanın sınır’larda ve yeri gelince de ötesinde gerçekleşeceğini bilmeksizin tanıdığımızı zannederek... Ancak şu var ki, sınırları zorlamak biraz da doymazların ve yetinmezlerin işidir. İşin doğrusu çoğu insan böyle bir ihtiyaç içinde de değildir. Daire daireyse ve en olağan ne şekilde deneyimlenebiliyorsa, insanlar bu kadarı bir tecrübeyle ortalama bir mutluluk düzeyinde yeterince iyi hissederler ve bu onlara, onlar için yeterlidir...