Doğurgan zorlukların ebeliğini yapan Rica, günün yorgunluğunu ve omuzlarına 

çöken yabancılık hissini yüklenerek iş yerinin kapısında bulutları izliyordu. 

Bulutları son zamanlarda hiç sabit dururken görmemesi dikkatini çekmişti. 

‘’Bulutlar bile gitmek istiyordu buradan…’’ 

Neden gitmek istiyorlardı? Rica gibi yabancılık mı çekiyorlardı? Ama onlar Rica 

gibi burada doğup burada büyümemişlerdi ki. Rica bunlara rağmen gitmek 

istiyordu, en azından gittiği yerde yabancılık çekse de, orada doğup büyümediği 

için bu hissin daha katlanılabilir olduğunu düşünüyordu. Hayata kendi isteğiyle 

gelmemiş oluşunu ve dezavantajlarla boğuşmasını sorgulayarak geçiyordu günleri.

Yaşamaya çabalıyordu, sadece bir ot gibi hayatta kalmanın düşüncesi bile berbattı.

Bohem bir şekilde de bir şeylerin değişmesini beklemek ona göre değildi, o hep bir şeyleri değiştirmeye çabalamıştı. Hiçbir şeyin değişmeden yılların geçecek olması ve yaşlılık düşüncesi bile Rica’yı ölmeye itiyordu. Her gün yaşamı ve ölümü düşünüyordu.

Yaşamanın karşısındaki tek seçenek ölümdü Rica için. Mutlu olduğu zamanlar bile sosyolojik sorunları düşünmekten vazgeçmiyordu. Herkes düşünse, sosyolojik sorunların ortadan kalkacağını sanıyordu. Telaş, yetmezlik, kaygı, korku; kadınların, hayvanların ve ormanların katledilmesi…

Bu insanlar tesadüfen doğdukları bir yerde neden bunca zorluğun içine atılıyordu? 

Rica bunu birine sorsa, muhtemelen, ‘’sırası değil.’’ cevabını alırdı.

Neden ucuza ekmek alabilmek için sıra bekliyorlardı? 

Neden bunca şeyin sırası vardı? Neden hiç sıra gelmiyordu? 

Rica düşünüyor…

Bir sürü yasanın var olduğu bir yerde neden insanlara, hayvanlara ve doğaya zarar verenler için bu yasalar uygulanmıyordu?

Rica burada zaten görmezden gelinmiyor muydu? Emir kiplerinden ibaret olan nezaket yoksunu insanlar, bu yokluğu asla hissetmiyordu.


''Araç geldi beyler!''


Araç gelmişti. Kargolar yüklenecekti ve mesai bitecekti. Hep olduğu gibi. 

Rica, kendisine atılan kargoları kaldırımdan kamyonun kasasına yüklüyordu. Kaldırımdan geçen insanlara yol vermek için duraksayan Rica’ya bunu yapmaması söyleniyordu. Nasıl olur?

Kaldırımlar insanların ve hayvanların yürümesi için değil miydi? Onların kaldırımda yürümesini engellemek gibi bir hakkı var mıydı Rica’nın? Rica buna hakkı olduğunu düşünmüyordu. 

Rica insanların ne olduğuna değil, olduğu gibi davranıp davranmamasına önem verirdi.

Narsist denyolara ses çıkarmazsanız üzerinizde baskı kurma istekleri asla bitmez. Narsist denyoların iktidar hırsı, Rica’nın olduğu gibi davranmasına izin vermiyordu. Rica kimi zaman göğsünü gererek yürümek zorunda kalıyordu (sert gözükmek için bir seçenektir.). Bir şeyleri rica minnet değil de, emir vererek söylemek zorunda kalıyordu. Rica bunların hiçbirini istemiyordu, iktidar hırsı yoktu. Kendini ezdirmemek için olduğundan farklı davranması, her gün içini kemiriyordu. Ölüm, tabii ki aklındaydı hep.

Mesai bitmişti, insanlar işlerinden çıkıyordu. Kimi mutlu, kimi mutsuz. 

Taksim Meydanı iş çıkış saati olmasa da kalabalıktı zaten hep. Turistler her zamanki gibi bavullarını peşlerinden sürüklüyor, seks işçileri bekledikleri köşede onları gözleriyle taciz eden ve yabancı hissettiren insanlarla mücadele ediyor. 

Hep aynı geçip giden günlerden biri daha… Rica’nın kaygıları sıcak su dolu bir tencere gibi fokurduyor.

Ölüm; sonsuz bir uykuya ihtiyacı var Rica’nın, çünkü yaşayamıyor. Çabaları Rica’dan bağımsız. Kim Ricaları umursar ki zaten?

Bizim bu düzene emir vermek gibi bir hakkımız da yok madem, ölmek istedi Rica… Kaçıncı kez tekrar ölmek istedi.

‘’Ne şekilde ölmek istersin Rica?’’

‘’İstediğim şekilde ölmek isterim, çünkü istediğim gibi yaşayamadım… istediğim bir tepeden kendimi boşluğa bırakmak isterim... hiç dolmayan bu boşluklara.’’

‘’Ya ölmez ve sakat kalırsam?’’ diye düşündü Rica. Bunu yaşayacak kadar şanssızdı, zaten anca bunu yaşardı. 

‘’Kendimi raylara bağlamalıyım!’’ 

Tabii ki de kendini raylara bağlayamazdı. 

‘’Kendimi raylara atmalıyım!’’

Atabilir miydi? 

Rica metroya yöneldi. Telaşlı bir halde bavullarını taşıyan turistlere baktı son kez, bunu hiç yaşayamamıştı ama hep istemişti…

Son kez baktı Hilton Otel'e, oradaki turistleri düşündü bir de… Kim bilir ne kadar mutlulardı şimdi. Hiçbir şey için sıra beklemeden yaşayabiliyorlardı burada.

Yapımı devam eden AKM’ye baktı son kez, kim bilir ne kadar mutlu insanlar gelecekti buraya. Gezi Parkı'na, İstiklal Caddesi'ne, Marmara Oteli’nin yanındaki deniz gören sokağa son kez baktı. Hızlı adımlarla metroya inmeye başladı. İki merdivenden indi, bir yürüyen banttan ve turnikeden geçti.

İşte son merdiven… ölüme bir merdiven kadar yakındı Rica. Yürüyen merdivenlerden yürüyerek indi aşağıya, ölüme yürüyordu…

Merdiven bittiğinde etrafta şaşkın bakışlarla birbirleriyle bir şeyler konuşan insanlar ve üç tane güvenlik personeli gördü Rica. 

Kimseyi perona sokmuyorlardı, ‘’biri düştü’’ diyorlardı. Gözlerindeki telaştan ve korkudan anlaşılıyordu birinin raylara atlayarak intihar ettiği.

Rica o gün atlayamadı raylara. Anladı ki, ''Bu ülkede ölüm için bile sıra beklemek zorundaydı, ölümün bile sırası bekleniyordu.''