Yine sıradan bir gündü. Dünden tek farkı biraz gök gürültüsü ve yağmurdu. Cama yapışan yağmur damlalarının aşağıya doğru süzülürken yaptığı yarışı izlemek yapılacak en iyi şeydi bugün. O da öyle yaptı. Usulca yaklaştı cama doğru, yarışan damlaların dikkatini dağıtmamak için perdeyi açsam mı açmasam mı diye düşündü, belki de bu tereddüdü perdeyi açtığında ‘ya yarışmadıklarını görürsem’ korkusundan geliyordu. Düşünceler ve hareketler arasında çok zaman olmazdı hayatta, buna izin yoktu, hepsi bir anda, iç içe geçmiş, hangisinin hangisinden önce gerçekleştiğini anlamadan olurdu. Bu da öyle oldu. Açmıştı perdeyi, geceleri su içmeye kalktığında hasta annesini uyandırmamak için üzerine basıldığında inim inim inleyen yerdeki tahtalara ayağının ucuyla basarak geçtiği gibi açmıştı, usulca. O tahtalara da ayrı bir üzülürdü. Kolay kolay çıkmazdı böyle bir ses hiçbir şeyden, çıkamazdı. Kim bilir neler çekmişlerdi ki artık dayanacak güçleri kalmamıştı. Her şeyin bir ömrü vardı, bazı şeyler en güzel, en tatlı yerinde noktalanmalı, böyle çaresizce inletilmemeliydi. Yaşananlar değil, ihtimaller güzeldi hayatta, yaşanabilecekler. Acelen varken hızlı hızlı bir iki lokma yiyebildiğin yemek, tam ayrılırken söylemek isteyip de dilinden dökülemeyen sözler, okunan akşam ezanıyla en heyecanlı yerinde yarım kalan oyun, en heyecanlı yerinde olmasa da ölümle sonlanan hayat. Bunlardı en güzeli. İhtimaller. İhtimallerin heyecanı. Doymamalıydı insan, kapanmamalıydı kapılar, evden çıktığında ocağı kapattım mı acaba diye düşünmeliydi hep. Net olmamalıydı hiçbir şey. Sıradan olmamalıydı. Bugün gibi. Her gün gibi.