Yoğun bir iş günü. Bugünün işlerini nihayet bitirip hızlıca bu daraltıcı binadan çıkıp derin bir nefes çektim. Sağa sola baktım. Caddenin ışıkları korneamı tırmalıyordu.. Sol taraftan yürüdüm. Bir sigara yaktım. Yolda yürürken derin bir boşlukta hissettim. Beni bu boşluktan kurtaracak bir uğraş, uyuyana kadar beni oyalayacak bir şeyler aradım, bulamadım. Dünyada benim için yapacak hiçbir şey yoktu. Sabahtan akşama kadar çalış, akşamları da kendine has bir boşlukta süzül. Nereye varacak ki? 






  Bir süre daha nereye gittiğimi fark etmeksizin yürüdüm. Az sonra çalan şarkılarıyla beni kendine çeken o sokakta buldum kendimi. Alabildiğince alkollü mekan, alkol ve insan görüyordum. Oldukça kalabalık bir mekana girdim. Biraz içki aldım ve rastgele bir masaya oturdum. Alkol içip etrafı seyrediyor, arada da şarkıya kafamla ritim tutuyordum. Keşke masada, şu an, yanımda birkaç arkadaşım olsaydı diye düşündüm. Etrafımda gruplaşmış insanlar var ve ben tek başımaydım. Derken o insanlar birdenbire nedenini anlayamadığım bir kavgaya tutuştu. Onlara olan imrentim birden tiksintiye dönüştü. İçkimi de alıp bir köşeye çekilip olanları seyretmeye karar verdim. Zaten bardağın dibine çok yakındım. Alkolün etkisiyle bir genç, bir kızla tanışmak istemiş, kargaşa o sebepten çıkmış. Şunu sormak istiyorum: Böyle üstünkörü gelişen, basit ve önemsiz olayların içinde bulunmak insanın kaderi midir? Neden bu boş sesleri hep fevkalade ihtişamlı buluruz ve bu değersiz piyeste oynamak için can atarız?






  Tartışma sandığımdan da ileri gitti. Kesici aletler, bira şişeleri ortamı fena gerdi. Karanlık ve loş ışıklar insanı eğlenceye çağırıyorken, çığlıklar, boğuşma sesleri ve homurdanmalar ise insana kaosu hatırlatıyordu. Müzik kesildi ve DJ ortadan kayboldu. Güvenlikler olayı sonlandırmaya çalışıyordu. Ben hala bir köşede ayakta dikiliyordum. Karşıdan bir adamın bana doğru gelmekte olduğunu fark ettim. Kalabalıkta tam emin olamasam da benim olduğum tarafa doğru yürüyordu. Biraz daha yaklaştıktan sonra yüzünü net görmeye başladım. Koca kafa, ağzı küçük, kaşları kalın ve gözleri hüzünlü, burnu ise yüzünün diğer organlarına nispeten en büyüğü ve nefes aldıkça burun delikleri açılıp kapanıyordu. Bilgece bir tavır takınmaya çalışıyor fakat komik olmaktan korkuyor gibiydi. Tereddüt eder gibi bir hali vardı. Adımları birkaç kez geriye gidecek gibi oldu. Yanıma geldi. Nihayet karşı karşıyaydık. 






   -Sizi uyarıyorum beyefendi; bu insanlara bu kadar aşağılayıcı gözlerle bakmayın.




  Onda tereddütten eser kalmamıştı fakat ne demek istediğini anlamamıştım. Bunu fark edince konuşmaya devam etti.






  -Gece boyu sizi izledim. Bunu neden yaptığımı sorguluyor olabilirsiniz. Bir arkadaşımla burada buluşmak için sözleştik ve o işinin çıktığını, gelemeyeceğini söyledi. Ne yazık ki ben çoktan bir içki almıştım. İçkim bitene kadar duracak, sonra gidecektim fakat gözüm size ilişti ve nedenini bilmediğim bir meraktan ötürü oturup sizi seyretmeye başladım. Başta bana sıradan bir insan gibi göründünüz fakat şu çıkan tartışma olmasa diğerlerini kandırdığınız gibi beni de kandıracaktınız. Şu boktan kavga çıktı ve siz aklandınız, yüceldiniz ve buradaki tüm insanlar sizin gözünüzde değersiz bir et yığınına dönüştü, öyle değil mi? Halbuki kavganın öncesinde bu insanlara hayranlıkla bakıyordunuz. 






  Afallamıştım. Kimdi bu adam? Hakkımda söylediklerinin doğruluk payı vardı. Bu yüzden suçluluk mu duymalıydım? Beni bir bilmece gibi çözmeyi kendine neden görev edinmişti ki? Tek kelime etmedim. Arkamı dönüp çıkmak için hareketlendim ki birden hiddetle yakama yapıştı. Beni ileri geri sallıyor, gözlerime, hüznünün arkasında gizlenmiş tüm nefretiyle bakıyordu. 






  -Senden aşağı gördüğün insanları öyle kolayca yargılayıp onları küçümseyemezsin! Ya onlara yardım etmelisin ya da ortamlarına dahi girmemelisin seni adi pislik! 






  Bu lafları söylediği sırada güvenlikler onu yaka paça dışarı çıkarıyorlardı. Bir an etrafa baktım. Herkes sakinleşmiş, ortada az önceki kavganın izleri kalmıştı. Herkes bir anda bana ve o adama yöneldi. Buradaki insanlar sanki az önce birbirlerini öldüresiye dövmemiş gibi. Tam kapı ağzında güvenliklerin ellerinden kurtuldu ve bana doğru hızla koştu ve özenle yazdığını düşündüğüm tiradını atmaya başladı.






  -Hem senin neyin var ki ha? Bu hor gördüğün, küçümsediğin et yığınlarından ne farkın var? Senin elinde ne var? Seni diğerlerinden ayıran ne var? Kendini daha fazla kandırmaman senin yararına olur küçük böcek. 






  Bu kadarı yeterdi. Artık sinirimi bozmuştu. Bir anda üstüne çullandım. Suratına iki tane yumruk patlattım. Hiç canı yanmış gibi bir hali yoktu. Kendini de savunmamıştı, saldırıya da geçmemişti. Bu kayıtsızlık sinirlerimi germişti. Sonra güvenlikler tekrar geldiler ve onu alıp bu sefer kapı dışarı ettiler. Sıra bendeydi. Onlara fırsat vermeden üstümü başımı düzeltip hızla bardan dışarı çıktım. Sokakta alkolün etkisinde birkaç insan sallana sallana yürüyor, az ileride bir adam midesini olduğu gibi boşaltıyor, hayat kadınları da müşterilerini dört gözle bekliyordu. Bu gördüklerim beni aşırı rahatsız etmişti. Dalaklarım patlayana kadar eve kadar koştum ve uykuya sığındım.