İnsan sigarasının dumanını havanın sislerine doğru üflerken ne kadar çok şey düşünebiliyormuş öğrendim.

Çakmağın ateşinde bir duvarı aydınlatırken tek başına kalabalığındaki yalnızlığı yakasından tutup oturtuyormuş karşısına. Kimse yalnızlığıyla otururken yalnız olmuyormuş, var olduğun yerde yalnız olmuyormuşsun, yalnızlık teklik değilmiş. Çokluktan hiçliğe çıktığın yolculukta hiçliği bulmak için delicesine dolman, delicesine çoğalman gerekiyormuş ve aniden bırakılman hepsi tarafından. Yürümeyi yeni öğrenen o çocuklar gibi, denize atılan bir deniz yıldızı gibi biraz çırpınmalı, sonra kocaman bir sakinlik ve sükunet içinde en dibe çökmeli.


Hiçbir şey dibe vurmadan yukarı çıkamıyor, gördüm; görmekle kalmadım, deneyimlemiş bulundum. Ben bu karanlığın dibine küçükten düştüm, küçükten çıktım, şimdi ise bazı bazı itiliyorum oraya, eskisi kadar kalmayacak fakat nereden geldiğini de unutmayacak kadar kalıyorum orada, sonrası yinelenmiş bir benlik oluyor.


Sisler diyordum, her şeyin üzerini kapatıp asfaltın çatlaklarına doluncaya dek durmayan sislerin içinde hiçbir yerde değilmiş gibi otururken fark ettim insanın yalnızlaştıkça çoğaldığını. Karanlık çöktükçe yanması gerekenin lamba değil de insanın ta kendisi olduğunu. Varsın yanalım, yanalım ki en karanlıklarda bile kimsenin ışığına minnet etmeyelim, yanalım ki olmak istemeyeni olması için tutmamayı öğrenelim; yanalım ki kim kaçarmış ateşimizden, kim koşarmış yangınımıza sırtında ufak, ıslak bir battaniyeyle görelim. İnsan yangınını unutuyor da yangınına koşulmadığını unutamıyor. Bir umut içimizdeki kıvılcımları bir yerlerde kavuşturacak diye yanıyor içimde tükenmeden; durmaz, kül olsa küllerinden doğar yine yanar. Kavuşmaklar için doğmuş yüreğim, kavuşmaklar için verilmiş kollarım bana.