Hava yağmurlu. Küçük mü küçük kırmızı bir kafedeyim. Dışarıda yan yana dizili dört masalı bir çardağı var. Üzeri kırmızı tenteli, şeffaf bir muşamba ile kaplı. Karşı pasajın girişinde alımlı, güzel bir kadın hararetli bir telefon görüşmesi yapmakta. Biraz önce yan masada oturan arkadaşları ile iş yeri dedikoduları yapmakta idi. Çardağı, tavana asılı püsküllü beş tane lamba aydınlatıyor. Sarı, cılız ışıkların ıslak kaldırırım taşlarına yansıyan parıltısı oldukça hoş gözüküyor. Birbirleri ile pek uyumlu gözükmeyen fakat sevgili oldukları anlaşılan bir kadın ve bir erkek kafenin girişinde oturuyorlar. İnce, uzun suratı ve kırışık alnı ile adam oldukça ciddi bir ifade ile dinlemekte karşısındaki kadını. Biraz önce telefonla konuşan kadın şimdi gündelik yüzeysel sıkıntılarını anlatarak düşüncelerimin akışını baltalıyor. Mesaim biteli bir buçuk saat oldu. Bu şehirde sayılı birkaç günüm kaldı. İyiden iyiye sevmeye başlamıştım bu şehri. Birkaç senedir ara ara uğrarım bu şehre ve bir türlü ısınamadığım bu şehir gitmek üzere olduğumdan mı yoksa burada yaşadıklarımdan mıdır bilmem bir hoş gözükmeye başladı gözüme. Pek bir şey kattığını söyleyemem bana burasının. Ya da ihtiyacım olan şeyler değildi bana kattıkları. Gitgide uzaklaştım insanlardan ve son zamanlarda burayı sevmeye başlamamı bu yozlaşmaya bağlıyorum. Sıkış tıkış, kalabalık sayılabilecek bir şehir ama istediğimde kendi köşeme çekilebileceğim birkaç kuytu sunuyordu bana. Buradan ayrılınca ilk başlarda sevdiğim fakat şimdilerde orada yaşamak düşüncesi bile beni boğan bir şehre gideceğim. Olduğun yerden başka bir yerde yeniden başlamanın yarattığı heyecanı taşımıyorum içimde. Rüzgarın taşıdığı yağmur çiseleri yüzüme çarpıyor. Bu şehri özleyeceğimi düşünmezdim.