Bulutlu bir akşamüstü. Hava olabildiğine soğuk, ince ince damlalar düşüyor kaldırımlara. Adam ayakuçlarına dolanan fikirleri eşliğinde yürüyor. Bastığı her yeri özenle seçerek çünkü biliyor ki salyangozlar da bu vakitlerde gezintiye çıkarlar. Yılların tecrübesi var bu yüzden özenle yürüyor, çünkü tek yanlış adım, bir salyangozun ölümüne neden olabilir. Salyangozları incitmek istemiyor adam , biliyor evini sırtında taşımanın ağırlığını, biliyor ne demektir yerinde saymak, saygı duyuyor onlara. SALYANGOZLAR DA ONA.

Bulutlu bir akşamüstü, adam insanların arasından geçiyor yüzlerine bakmadan, merak etmiyor kimin yüzünde ne saklı, kim ne kadar neşe, kim ne kadar keder barındırıyor içerisinde. Eski günleri geliyor hatırına, insanları cımbızla seçişleri, kaderlerini okumak isteyişleri, her bir sureti, her bir hareketi belleğine kaydettiği günleri… O günlerde, insanlarda bir umut aradığını da hatırlıyor, suratını ekşiterek. Nasıl da için için yandığını, bir gülüşün, bir dokunuşun nasıl da gözlerden kendini ele verdiğini. Eskiden bunları bir bir kaydederdi not defterine, artık etmiyor.

Bulutlu bir akşamüstü, adam içlerine çekilmiş sokaklardan yürüyor, bir başı boş sokak köpekleri bir de kendisi. Gülümseyip, köpeklerden birine yanaşıyor, önce seviyor sonra sarılıyor, kendini görüyor köpeğin gözlerinde. Nietzsche’yi yad ediyor sarılırken, köpeğin başını okşarken, onun da ne hissettiğini görüyor köpekte, köpek de atı anıyor sanki. Bir tükürük savuruyor, perdesi açılıp hemencecik kapanan eve, içerinden ikiyüzlü yaratıklar diyerek başlıyor sövmeye, tam iki dakika sürüyor sövme merasimi. Köpeğe son kez gülümseyerek kalkıyor, devam ediyor yürümeye. Bir yanda kahkahalar, başka bir yanda kederli müzikler, birbirleriyle o kadar yakın fakat bir o kadar da uzak oluşuna şaşıyor insanoğlunun. Yol ikiye bölünüyor, sol tarafta boylu boyunca sokak lambaları uzanıyor titrek ışıklarıyla, diğer tarafta zifiri karanlık uzayan bir şey. Önce sola sonra sağa bakıyor. İç çekerek dalıyor sağına, karanlığın kendisini yutmasını, gölgesini gözlerinden kaçırmasını seyrediyor, zevk alıyor bundan. Adam oldum olası sevmez gölgeleri çünkü biliyor yorucudur gölgeler, yollardan değil bataklıklardan yürümeyi severler, sonrası çıldırasıya çamur ve ıslak toprak kokusu… Buna rağmen üstelik, insanları her defasında kirleterek ve kendilerinden inkara vardıracak denli usandırırlar.

ZAMAN GEÇİYOR ARDINDA BİLİNMEZLERİ BIRAKARAK

Adam, karanlığı da aşıyor nihayet, ne kadar sürdü diye düşünüyor aydınlığa yaklaşırken. Kaç dakika, kaç saat? gözlerinde kızılı, elinde şarap şişesini hissediyor yanından insanlar geçerken. Utanıyor şaraptan ve gözlerinden. Oysa ki karanlıkta kimse yoktu, aydınlığa ne çok meraklıymış bu yaratıklar. Gerçi bunu söylerken, karanlığın ona şuracıkta neler verdiğini, ellerinden neler aldığını , neleri unutturup neleri hatırlattığını kendisi de iyi biliyor fakat bilmezlikten geliyor. Gururu var çünkü , hani her insanda olandan. Benim yaptığımı yapabilirler miydi diyor, kabararak. Nafile, gurur yalnızca insanlara özgüdür , kendilerine kılıf bulmak için uydurdukları kelimelerden biridir bu da. Örtmesi gerek çünkü ayıplarını , nasıl yapacak bunu? elbette kavramlar üretecek , içerisinde hiçbir anlamı olmayan kelimeler uğruna pespaye edecek kendini lakin farkında mıdır bunun, onu adam da bilmiyor. Durup dururken sırıtası geliyor, beyaz ışıklar gözlerinin içerisine vuruyor, puslanıyor insan yüzleri ama eğemez kafasını çünkü midesini bulandırıyor riyakar ayaklar.

Aydınlığın, insana vadettiği yalnızca umuttur diyor yanındaki sarhoş. Bu yüzdendir morfin bağımlıları gibi aydınlık peşinde koşmaları.

Sen ne diyorsun dercesine bakıyor ADAM, nereden biliyor ne düşündüğünü? Sarhoş gülümsüyor, elindeki şarap şişesini sallıyor, yeşil gözlerini ikide bir kırparak.

Adam uzaklaşıyor oradan, koşuyor dakikalarca. Nefesi tıkanınca duruyor ancak, lakin rahatlayamıyor insan seline kapıldığından. Yanından yöresinden her tarafından geçen insan parçacıkları, binlerce göz, sağır edici müzik, gökyüzünü aydınlatan beyaz ışıklar…

İnsanlara bakmaksızın kaçmaya çalışıyor yine, ona buna çarparak. Bazılarının küfrettiklerini duyuyor, durup bir şeyler söylemek istiyor ama ayakları bırakmıyor, koşuyor koşuyor tekrar karanlığa varana dek.

Vardığındaysa, bir köşkün önünde buluyor kendini. Sarmaşıklar sarmış köşke, her bir taraf sarmaşık, köşkün ikinci katından keman sesleri yükseliyor, bir çocuk gülüşü duyuluyor bir yerden, bir kedi miyavlıyor, bir köpek uğulduyor ve adam dizlerinin üzerine çökerek şükrediyor Tanrıya, onu bu gece de yalınayak kaçtığı kendine vardırdığı için.

NE GÜZELDİR KENDİNDE OLMAK

BÜSBÜTÜN KENDİNİ DUYMAK VE KENDİNE DOYMAK

SAF VE IŞIKSIZ SÜZMELERDE

KÖR GÖZLERİN ARASINDA KENDİNE VARMAK 

İNSAN

ANCAK

KENDİNE VARDIĞINDA SEVEBİLİR BAŞKASINI

KENDİNE DOYDUĞUNDA ANLAYABİLİR ÖTEKİNİ

VE KENDİNİ BİLDİĞİNDE KURTULUR RİYAKARLIKTAN

ÇÜNKÜ

KENDİNİ BİLEN DE BİLİR Kİ

KARŞISINDAKİ GÖZLER HER SEFERİNDE MASKEYLE DOLAŞMAZ.