Kalbim acıyor Settar. Seninle çıkmadığımız yolculukların sonu bir hançer gibi göğsüme saplanıyor. Ruhum ise sürünüyor cümle kelam aleminin kapısında. Sana uygun, sana has bir kelam bulma delisi oldu bu yolda. Ne olur Settar, kimselere söz etme bu divanelikten. Bu hal bir Kays'ı Mecnun, bir Leyla'yı hiç etti aşk yolunda. Şu cihana bir Leyla daha ağır gelir. 


Aklım karışıyor Settar. Adının içinde kıkırdayan harflere takılıyor aklım. Yolumu bulmak için pusula olacaklarını söylemişlerdi halbuki. Şu an yol ne, yolcu ne onu da bilmiyorum. Oysa sır saklayacaktık seninle, benim divaneliğime dair. 


Sesini anımsıyorum Settar. Ama bilmiyorum. Sesini bilmemek canımı yakıyor. Buğulu camın ardından dünyaya bakmak gibi silik bir his bırakıyor ruhumda. Bir kereliğine seslensen şu cihana hepsi geçecek, sıcacık bir bahar havası yaşayacağız gibi geliyor. Ama sen bu cihan içinde bir bana sesini duyurmazsın.


Varlığın şu kainattaki her güzelliği yerle yeksan eyliyor Settar. Tek başına göğüslüyorsun onca rengi, kokuyu ve huzuru. Geçen gördüm, ay bile seni selamlıyordu. Söyle bana, kainatın kaldıramadığı seni; ben nasıl sırtlanırım tek yürekle?


Dönüp dolaşıp kelamlarında soluklanıyorum Settar. Tanrı katından seçtiğin kelimeler ruh alemini de hayran bırakıyor kendine. Yedi kat göğü delip aşıyor tüm benlikleri. O alemde bir ben yokum. Ben, ruhum ve bilinmezlik; kainatın koca çukurlarında seni arıyoruz. 


Seni sana anlatmak çok zahmetli iş Settar. Bir ayna tutsaydım belki yeterdi. Belki de ben o anda dahi bir şeyler anlatma peşinde olurdum. 


Biliyor musun Settar, şöyle beraber soluklansaydık sana anlatacağım çok şey olmazdı, birikmezdi bunca cümle. Olsun, ben kainata fısıldıyorum. Sen Tanrı katından kelam seçeceğin zaman, sana fısıldadıklarımı toplarsın yerden bir bir. Birini cümlene özne yaparsan ve bunu da bırakırsan gönül kapından dışarı, belki bir cümle sonunda rastlaşırız.


O güne kadar sırrımızı sakla Settar.