"Bu dünyada onsuz kalışıma ağlıyorum.” dedi.

"Böyle biçare, kimsesiz, ürkek ve hastalıklı bir çocuk gibi. Zifiri karanlıkta, sırılsıklam bir sağanağın ortasında kaldım. Ne önümü görebiliyorum ne yerimden kıpırdayabiliyorum. Bütün mevsimler zemheri artık. Üşümem hiç geçmez."


Biraz durup dışarıyı izledi. Gözlerini diktiği yerden kaldırmadan, muhtemelen benim orada olduğumu unutarak kendiyle konuşmaya devam etti.

"Kendimi onsuz tanımlamadım hiç. O olmadan ben kimim, bilmem. Ne yer ne içerim, nereden geldim, neden geldim? Unuttum. Adımı hatırlamıyorum. İnsan adını unutur mu? Onsuz bir adım yok benim."


"Yaşarsın." dedim. "Yine yaşarsın."

"Ben zaten yaşayacağıma yanıyorum." dedi. "Güneşin bir daha üstüme doğmayacağını, bütün çocukların bana yabancı olacağını, hiçbir yere 'ev' diyemeden bu yeryüzünde divane dolaşacağımı bildiğimden..."


Yüzüme baktı. Hevessiz gözlerini gözlerime dikip "Dargınım ona," dedi. "Bana söz vermişti, bana sözler verme dedim, verdi yine. Gitmem mümkün değil, dedi. Beni çok sevdi, beni sevme dedim, inat etti. Ben de nereye kadar inkar edeyim? Olan oldu, geri dönüşü yoktu."

"Sen hiç anlamamış mıydın?" diye sordum. Sormamam gerekirdi.

"Anlar gibi olmuştum da inandırdı aksine. Öyle telkinlerde bulunur ki evvelinde ne düşündüğünü unutursun. Sanki onun içinde cehennemler yokmuş gibi uyuduk her gece. Uyanıp güneşli günlere pencereler açardı. Akşam çökerken bilmem hangi şehre, bilmem hangi zamana dalar gider; gözlerinde hiç bilmediğim iklimlerin fırtınaları kopardı. İçinde bulunduğumuz zamana ve mekana dönmesi bazen saatler, bazen aylar alırdı. Sessizce dönmesini beklemekten başka bir şey yapamadım. Belki ben de suçluyum."


"Böyle düşünme," dedim. "Elinden bir şey gelmezdi." Boş bir teselliydi.

"Belki. Bir kez girdi mi insanın zihnine çıkmıyor bu illet. Ama Allah var, çok çabaladı. Yataktan her kalkışı, sokağa her çıkışı, beni her öpüşü bir mücadeleydi. Yalnız işte gece inince..."

"Ben bir köşede, yanında yamacında hep bekledim. Daha fazlası elimden gelmedi. Lal olurdum öyle vakitlerde, isminden başka bir şey çıkmazdı ağzımdan, çıkamazdı. Ama o anlardı, anlar gibi bakardı. Suratında bir minnet ifadesi belirirdi ki o benim ruhumu daha da parçalardı."


Donuk bakışlarını yine dışarı çevirdi.

"Bir gün olsun ağzını açıp derdini demedi. Tek bir kere sordum, bakışları sorma diye öyle yalvardı ki soracak cesareti bir daha kendimde bulamadım. İçinde kor alevler vardı, bilirdim. Geceleri uykusundan sıkıntıyla uyandığında görürdüm bu alevleri. Sanki dert benimmiş gibi teselli edercesine bana sıkı sıkı sarılır, tekrar uykuya dalmaya çalışırdı. Ne bilincinde huzur bulabildi ne rüyalarında."

"Belki şimdi bulmuştur." dedim.

"Huzur bulmak için dolaştığı âlemlerin en olmazı bu. Dargınım işte, insan öleceğini haber vermez mi?"