Sabahtı son uyandığım gün. Günlerden pazartesi değildi emindim. Cumartesi olmaya pek müsaitti. Odanın içine saçılan güneş hışırtılarıyla yataktan genleşerek çıkmaya doğruldum. Babam evdeydi ya da evde olmalıydı, emin değildim. Çocuk aklı işte, ne bilir. Neler bilirdim. Bir şeyler oldu ve kalktım, uyandım. O günden geriye seneler geçti, halen uyuyamıyorum. Duran zamanın beraberinde yoğrularak geçiniyorum. Bir evim vardı, öyle anımsıyorum. Kül olmaya henüz yüz tutmamış, bacasından dumanını salıveren ve pekala sıcak ama sadece cumartesi günleri sıcak olan bir evdi. Çürük ahşabı belli etmemek için sağdan soldan araklanan bir kaç çocuk halısıyla donatılmış bir zemini vardı. Ürpertili gecelerde, gözümün seçmekten it gibi titreyerek korktuğu, buna rağmen bakmaya doyamadığı bir halısı vardı odanın. Duvarları anımsamıyorum. Yerleri havuz taşıyla birleştirilmiş soğuk zemini hatırlıyorum, mutfak zemini. O zamanlar yere yalın ayak basmaktan endişe etmezdik. Sonra bir şeyler oldu her şeyden korkar olduk. Söz gelimi soğuk havuz fayansları gözümü hiçbir zaman korkutmazdı. Boş midemin dolacak olmasından mıdır yoksa ailenin ortaklaşa bir şeyler yapacağını bilmemin safça inanışından mıdır bilmem, mutluydum bir zamanlar. O zamanlar güneş epey sarı, gökyüzü bir o kadar maviydi. Üşümek mevsimsel bir olgudan ibaretti. Uyumak, uyumak gece vaktine has bir durumdu. Aksini düşünmeye ben dahil kimse cesaret edemezdi. Ateşlenen geceler, kaçamak için güzel bir andı. Özgürlüğün bedeli yalnızca böyle ödenebilirdi. Soğuk terlerin, gözyaşıyla birleşim anıydı özgürlük. Derken olanlar oldu, güneş bir daha o kadar parlak olmadı. Bir gün son kez kalktım yataktan, bir daha uyanmamak üzere.