Siyâsetnâme; Arapça “siyâset” ve Farsça “mektup, risâle” anlamlarına gelen “nâme”den meydana gelmiş bir terkiptir. Siyâset kelime olarak, “hayvanı, bilhassa atı tımar etmek” gibi bir anlam taşısa da, edebî açıdan ilgili olduğu kelime anlamı; “idare etmek, düzene koymak, tedbir almak” demektir.



Edebî Tür Olarak Siyâsetnâmeler

Edebî anlamda bir tür olarak siyâsetnâme; padişahlara, devletin ileri gelenlerine, dolayısıyla daha sonra bu görevleri üstleneceklere yol göstermek ve tavsiyelerde bulunmak, aksaklıkları göstermek gibi gayelerle kaleme alınan kitaplara verilen genel bir isimdir.


İdealist bir yaklaşımla kaleme alınan, yani devletin ve siyasî hayatın bugün ve geçmişte karşılaştığı zorluklardan çok siyasî işleyişin nasıl olması gerektiğini tespit etmek için yazılan bu siyâsetnâmeleri, hedef ve gayelerine göre iki kısımda ele almak gerekir. Bunlardan bir kısmı sadece hükümdarlara, bir kısmı ise sadece vezir ve diğer devlet adamlarına hitap edecek şekilde yazılmışlardır. Bununla beraber, iki grubu içine alacak şekilde yazılmış (Nasihatü’l-mülûk ve’lvüzera vb.) siyâsetnâmelere de rastlamak mümkündür.


Siyâsetnâmelerde konular işlenirken Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden örnek verilir, geçmişteki olaylardan yola çıkarak, zalim ve adil olan hükümdarların farkları belirtilir, bu konuda din ve hukuk adamlarının görüşleri anlatılır ve tarihten örnek verilir. Böylece, zamanın hükümdarının nasıl davranması gerektiğine işaret edilir; devlet idaresi, bir hükümdarda bulunması gereken vasıflar, halkın haklarının korunması gibi konularda öğütler verilirdi. Aynı şekilde kötü idarenin devleti nasıl bir çıkmaza sokacağı da yine usulünce anlatılırdı. Vezir ve diğer idareciler için kaleme alınmış siyâsetnâmelerde ise vezirliğin şartları, vezirin yetki ve sorumlulukları, vezirin halk ve hükümdarla olan münasebetlerine işaret edilirdi.


Siyâsetnâmenin Terkibi, Dil ve Üslûbu

Siyâsetnâmeler genel olarak üç bölümden oluşan eserlerdir. Buna göre ilk bölüm “Giriş”tir. Önce kitabın ismi verilir ve ardından giriş kısmına geçilir. Bu bölüm genellikle Arapça, Farsça veya genellikle Türkçe olur; Allah’a dua edilir. Yazar kendisini takdim eder ve devrin hükümdarının adını da bu bölümde açıklar. Kitaba verdiği adı, telif sebebini ve yararlandığı kaynakları burada belirtir. İkinci bölüm “Mevzu”ya, yani asıl konuya ayrılmıştır. Çoğu zaman konu, 2-4 ile 4-50 bölüm arasında değişen bâblar ve fasıllarla ve farklı başlıklarla verilir. Ele alınacak konular sadece siyasetle ilgili olabileceği gibi, dinî vaaz, genel tarih veya müellifin belirleyeceği bir husus da olabilir. Son bölüm “Hâtime”, yani sonuç bölümüdür. Dua edilir, tespitler, teklifler ve tavsiyeler yapılır. Bazı eserlerde bu bölüm “Zeyl” adıyla da anılır.


Siyâsetnâmelerde kullanılan dil ve üsluba gelince; Türklerin yazdıkları siyâsetnâmeler, Arapça, Farsça ve Türkçe olarak kaleme alınmışlardır. Hangi dilde yazılmış olurlarsa olsunlar bu eserlerde müellifin bilim ve kültür düzeyi, esas olarak üslubu da belirler.


Önemli Siyâsetnâmeler ve Türk Edebiyatında Siyâsetnâmeler

İslâm dünyasında hicretin ilk asırlarından itibaren devlet yöneticilerine tavsiye ve öğütleri ihtiva eden siyâsetnâmeler kaleme alınmıştır. Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde vurgulanan devlet yönetimine dair temel ilkeler, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn devri başta olmak üzere çeşitli dönemlerde gerçekleştirilen uygulamalar, siyasî ve idarî mektuplar, sözlü rivayetler bu eserlerin başlıca kaynaklarıdır. Devlet yönetimine dair eski Yunan, Hint, İran ve Çin kültürlerine ait kitaplar veya nasihatnâmeler de (pendnâme) bu eserlerin kaynakları arasında önemli bir yer tutar.


Edebiyatımızda Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı eseri, bu türün ilk örneği olarak görülür. Selçuklular döneminde kaleme alınmış Nizamülmülk’ün “Siyâset-nâme”si ile Keykavus’un Kâbus-nâmes’si de Farsça olmalarına karşılık, bu türün gelişiminde önemli katkıları olan eserlerdir. Söz konusu eserleri, Osmanlıların ilk döneminde Arapça ve Farsça’dan yapılan tercümeler izler. Mehmed Tahir Bey’in “Siyasete müteallik âsâr-ı îslâmiyye” (1916) adlı kitapçığında da, İslâm dünyasında kaleme alınmış 172 siyâsetnâme kitabından bahsedilir. Ayrıca bu konuda Âgâh Sırrı Levend’in çalışması da oldukça dikkate değerdir.


XVII. yüzyıla gelindiğinde bu türde öne çıkan, Kâtib Çelebi’nin “Düstûru’l-Amel liIslâhi’l-Halel” adlı eserini söylemek mümkün olsa dahi, en az bu eser kadar önemli olan bir başka siyâsetnâme de şüphesiz “Koçi Bey Risâleleri”dir.


Koçi Bey Hakkında

Koçi Bey’in yaşamı hakkında net bilgiler bulunmamaktadır.Büyük şöhretine rağmen hal tercümesiyle ilgili pek az şey bilinen Koçi Bey’in hayatı hakkında söylenenler, XIX. yüzyılın ikinci yarısında risâlelerinin ilkinin basımı sırasında ortaya atılmış bazı tahminî kanaatlerden ibarettir. Belirli herhangi bir kaynak ve vesikaya dayanmayan bu bilgiye göre Koçi Bey, çocuk yaşta iken Arnavutluk’tan devşirilerek Acemi Ocağı’na alınmış, zamanla Enderun’da bazı oda zâbitliklerinde bulunduktan sonra Has Oda’ya yükselerek itimat ve sevgisini kazandığı IV. Murad’ın musâhipleri arasında yer almış veya “mahrem-i hâs”ı olmuştur.


Koçi Bey ve Risaleleri

Koçi Bey’in sunduğu risale, ilk yazılı rapor olma özelliği taşımaktadır. III. Murad’dan itibaren yönetimde görülen bozukluklar, padişahların hataları ve eksiklikleri ele alınmıştır. Raporlar biri IV. Murad’a, diğeri Sultan İbrahim’e sunulan olmak üzere iki risaleden oluşmaktadır. Sultan IV. Murad’a sunulan risale de kendi içinde ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan biri devlet içinde mevcut bulunan bozukluklar, ikincisi bu bozuklukları tedavi etme yöntemleri üzerinedir. Risalelerde IV. Murad’a karşı da eleştiriler söz konusudur.

Koçi Bey’in Sultan İbrahim’e sunduğu risale ise padişahın sosyal ve ekonomik konularda yetersizlikleri idrak edip ondan rapor yazmasını istemesiyle tasarlanmıştır. 1640 yılında hazırlanmıştır. Sultan İbrahim’in aldığı eğitimin yetersizliği nedeniyle risale açık ve sade bir dille yazılmıştır. Risalede Sultan İbrahim bir öğrenci pozisyonuna büründüğü, hocanınsa Koçi Bey olduğu görülmektedir. Raporun içeriğinde “devlet teşkilatı, devlet erkanına nasıl davranılması gerektiği, elçi kabulü, ekonomik meseleler ve fermanın nasıl yazılacağı” konusunda bilgiler mevcuttur. Risalelerde liyakat hususunun üzerinde durularak devlette ne ölçüde yer aldığı belirtilmeye çalışmıştır.


Koçi Bey Risalesi'nden...


Sa’âdetlü şevketlü pâdişâh-ı din-penâh hazretlerinin rikâb-ı hümâyûn-ı şeref makrûnlarına arz-ı hâl-i çâker-i küstah budur ki lillâhi ta’âlâ ve lirasûlihi’lmüctebâ bu abd-i naçizden küstâhâne sudûr iden bunca kîl u kâl câm u cihannümâ-yı zâmir-i pür-nûrlarına jeng-i küdûret olmasun ki her ne yazdum ise hazz-ı nefsim içün yahud kimseye ta’assub içün yazmadum…


Koçi Bey Risalesi'nden...

Sevgili, şevketli dinin sığınağı padişah hazretlerinin şerefli padişah huzuruna yakın, küstah kulların halleri budur ki; Allah aşkına ve seçilmiş bu naçiz kulunuzdan küstahça gelen bunca söz ve kelamı… her ne yazdıysam nefsimin hazzı için, veya kimseye düşmanlık için yazmadım...


Dil ve üslup özelliklerine gelirsek; henüz ilk bakışta bile, risalenin dilinin ancak saray ve çevresi tarafından yahut eğitim düzeyi yüksek şahsiyetler tarafından anlaşılabileceği görülmektedir. Ancak siyâsetnâmelerin amacının ve gönderim noktalarının devlet daireleri ve bu daireler etrafındaki şahıslar olduğu göz önüne alındığı takdirde, Koçi Bey’in bu üslubu, gayet doğal karşılanmaktadır.




KAYNAKÇA

CANIM Rıdvan, 2000, “Divan Edebiyatında Türler”, 5.Baskı: Ankara: Grafiker Yayınları

Levent, A. Sırrı, “Siyâset-nâmeler”, TDAY-Belleten, 1962

Pehlivan, Z. Nur, “Koçi Bey’in Sultan İbrahim’e Sunduğu Risale Üzerine Bir Değerlendirme”, 2018

Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

“XVII. Yüzyıl Türk Edebiyatı”, Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2373, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1370