Dış kapının yanındaki pencerenin perdesini aralayarak dışarıya baktı. "Soğuk" diye düşündü. Kabanına ve atkısına iyice sarılıp dışarıya çıktı. Dışarıdaki tipi yüzünü jilet gibi kestiğinde paltosunun yakasını kaldırıp yüzünü koruma altına aldı; yürümeye başladı. Uzun, sisten dolayı sonu gözükmeyen geniş bir sokak, belirli aralıklarla etrafına sarı ışık yayan sokak lambaları, solunda yüksek binalar, sağında ise gecekondu tipli evler vardı. Kimi dairelerin ışıkları yanıyor kimisinin çoktan sönmüştü. Binaları karanlıkta görebildiği kadarıyla inceleyerek yürüyor; hatta dairelerin içindeki konuşmaları tahmin etmeye çalışıyordu. Sağ tarafındaki gecekondudan gelen bağırış seslerini duydu, mırıldanarak: "Yalnız yaşamayı, böyle kavgalı gürültülü yaşamaya yeğlerim." dedi. İlerideki sokak lambasının altındaki ışık hüzmesine doğru ilerlediğinde gayet mutlu gözüken bir çiftin geldiğini az sonra da sağdaki sokağa sapıp gözden kaybolduklarını gördü. Kendi kendine gülümseyerek yerdeki ince kar tabakasına bir adım daha attı.


Yürüyor, yürüyor ve düşünüyordu; zihnindeki düşüncelerin arasında boğulmuştu. Öyle belirli bir şey düşündüğü de yoktu. Mesela bu soğuk hava da, akşamın bu karanlığında neden dışarıya çıkmıştı? Evde yalnız başına kitaplarla vakit geçirip düşünmekten sıkılmıştı herhalde. Belki dışarıda birileri denk gelir onlarla sohbet ederdi. Her adımında cıyak cıyak gelen ses artıyor, nereden geldiğini kestiremiyordu. Ses, sokakta yankılanıyor, rüzgar yüzünden havada uçuşup bir türlü yere düşemeyen kar taneleriyle çarpışıyordu. Biraz daha yürüdüğünde bunun bebek ağlama sesi olduğunu saptadı. Kendi kendine konuşmaya başladı.

''Bu bebek niye ağlıyor şimdi. Al düşünecek bir şey daha! Bebek niye ağlar ki. Acıkmıştır. Evet, evet acıkmıştır kesin, huysuzlanıyor işte.''

Şimdi bebeğin ses dalgalarının ulaşamayacağı kadar ilerlemişti. Solundaki yüksek binalar devam ediyordu; sağındaki gecekondular ise yerini mezarlığa bırakmıştı. Adımlarını yavaşlatmış, sağ tarafa yaklaşarak mezar taşlarını okumaya çalışıyordu. Karanlıkta zorlanıyor ama çabalıyordu. Mezarlıkla aralarında olan korkuluğa dayanmış, ellerini cebinden çıkararak korkuluğun demirlerinden tutunmuştu. Vazgeçip yoluna devam etti.

''Ne yazacak sanki birkaç harf, birkaç rakam. İşte bu kadar. Asıl önemli olan o cesedin nasıl yaşadığı, yaşarken ne düşündüğü.'' Kendi kendine hararetlenmişti. ''Yaşarken'' dedi ''yaşarken anlaşıldı mı? En yakınları, ailesi, dostları, arkadaşları onu tam anlamıyla anlayabildiler mi? Ya da o kendini açıklayabildi mi? Hayır, hayır! Bu çok zor, hiçbir insan tam anlamıyla anlaşılmaz. Hep bir şeyler eksik kalır.'' Güldü, göğe bakarak yere düşen kar tanelerine baktı. Ellerini omuz hizasında kaldırarak avuçlarına kar tanelerinin düşmesini bekledi. ''Sen daha kendini anlayamıyorsun. Kendinle çelişip kendinle kavga ediyorsun.''


Mezarlığın sonuna gelmişti ve ilerideki sokak sola doğru kıvrılıyordu. Sokak lambaları daha da seyrekleşiyor, karanlık sokak içine ürperti veriyordu. Sokağı dönüp karanlıkta ilerlerken kendisine doğru sert ve hızlı adımların yaklaştığını duydu. Biraz tedirgin oldu. Karanlığa kararsız bir adım salladı. Karanlıktaki ses ona doğru:

''Affedersiniz, bakar mısınız? Lütfen, kaybettim... Gitti, gitti kaybettim!''

''Buyurun. Sorun nedir? Neyi kaybettiniz?''

''Az önce cadde üstündeydik, kavga ettik sonra gitti. Çok seviyorum, her şeyi yaparım onun için.''

''Yalnız dediğinizi yine anlayamadım.''

''Sizi de meşgul ediyorum kusura bakmayın. Sevgilimle çok güzel bir akşam geçirdik. Aslında kavga etmiştik ve bu akşam onu mutlu etmek istedim. Her şey çok güzeldi, her şey... En son evine bırakacaktım, yürüyorduk ve eskiden yaşadığımız kötü şeylerden bahsetti. Sizi de meşgul etmek istemiyorum, lütfen... Lütfen kusura bakmayın.''

''Hiç sorun değil'' diyecek gibi oldu diyemeden adam söze başladı:

''Bağırıp çağırmaya başladı; çok korktum, sakinleştirmeye çalıştım. Küfürler savurdu, benden nefret ettiğini söyledi. Ah, ben onu ne kadar çok seviyorum! Sonra, gitti... Hiçbir şey yapamadım, donakaldım. Öylece gidişini izledim. Tek yapabildiğim duvar kenarına gidip sigara içebilmek oldu.''

Adamın bu kadar ayrıntı vermesi biraz canını sıkmıştı ama hoşuna da gidiyordu. Karşısındaki yüzü derinlemesine süzdü. Telaş, korku, keder hepsi rahatlıkla okunabiliyordu. Hatta bu soğuk havada şakağında bir damla ter vardı. Yüzünden bir-iki saat önce gayet mutlu olduğu belli oluyor; ancak yeni gelen çizgiler kederi ve terk edilmişlik hissini yansıtıyordu.

''Sonra olayın ciddiyetini kavradım ve hemen harekete geçtim. Koştum uzun süre, gitmişti bulamadım. Ayaklarım beni bu karanlık sokaklara kadar getirmiş.''

Derin bir nefes çekerek:

''Efendim, yaşadığınız olay için çok üzgünüm. Çok zor bir süreçten geçmekte olduğunuzu az çok kavrayabildim. (Aslında hiç de zor olduğunu düşünmüyordu. Normal bir terk edilme ne var bunda.) Üzülerek söylüyorum ki sevgilinizi görmedim. Bu yakınlarda da görmedim diyebilirim. Ben de yürüyüş yapmaya çıktım, çok mutlu bir çift gördüm, onun haricinde kimse yoktu.''

''Yürüyüş mü bu havada... Mutlu çift dediniz, biz de çok mutluyduk hem de nasıl... Aşıktık birbirimize, her şeyi birlikte yapardık. Onun varlığı yetiyordu bana ve ben onun yanında yaşadığımı hissediyordum. İşte yaşamak buydu! Ama, ama siliniyor, gidiyor, o yaşadığım anılar yok oluyor! Sanki yaşadığımız o kadar şey birkaç dakikaymış gibi... hayır bitmemeli, bitmemeli!'' Adam ağlamaya başlamış, iki elini yüzüne kapatmıştı. ''Çok seviyorum böyle olmamalıydı.''

Bir insanın diğer bir insanı bu denli sevmesine, tanımadığı bir insana anlatıp ağlayacak kadar sevmesine çok şaşırmıştı, şaşkınlığını gizlemeye çalışıyordu. ''Saçma'' diye düşündü. ''Kimse kimseyi bu kadar sevmemeli. İnsan başka bir insana muhtaç değildir sadece yalnızlığı tatmamıştır. Şu zavallı adamın haline bak!'' Bütün bunlar zihninden hızlıca geçti ve adamı yatıştırması gerektiğini düşündü.

''Bırakın ağlamayı, harap haldesiniz. Eminim şimdi bulur sizi, konuşur ve her şeyi düzeltirsiniz. Sizin gibi seven bir adamı kaybetmek istemez. Kendinize gelin.'' Ağlamasını bastırmıştı ve kesik kesik burun çekerek:

''Sizin karşınızda böyle... Tutamadım kendimi.''

''Yok efendim hiç sorun değil. Tek temennim sevdiğiniz kadını bulmanız. Eminim o da sizi çok seviyordur, gitmek istemez.''

''Çok teşekkür ederim, size minnettarım. Tekrar eskisi gibi o mutlu anları yaşamaya devam edeceğiz. Evet, tekrar.''

Kesik kesik burun çekmeye devam ederek yine hızlı adımlarla yürümeye devam etti. ''Ne garip insanlar var.'' Kendi kendine sayıklamaya başladı. ''Ne aşık insanlar var. Birbirini seven insanlar, delicesine... Güzel şey elbette güzel şey...'' Eski yaşadığı anılar bir anda zihnine hücum etmişti. İyisiyle kötüsüyle hatırlayıp derin bir ''ah'' çekti. Ama güzel anılar yüzüne bir tebessüm bile kondurmuştu.


Sokağın sonuna gelmişti, diğer sokaktaki sarı ışığın aydınlattığı kadarıyla tam karşısında küçük bir bina vardı. Binanın solunda iki, sağında tek yol vardı. Sağdan gitmeyi tercih etti. Kar tamamen durmuş, rüzgar hiddetlenmişti. Karanlık ama yer yer sarı ışık olan sokakta kaybolmuştu. Az önceki olayı, geçmişini, hatalarını, doğrularını, her şeyi düşünüyordu. En özgür olduğu alanda boğuluyor ama ölmüyordu.