Sayısız insan sayısız hikaye ve duygu demektir. Sevinç, acı, öfke, utanç ve hüzün her gün dünyamızda yeni bir insanın hayatında yer edinir. Gece gündüze gündüz geceye karışır. Her gün doğum ve ölüm, iyi ve kötü, doğru ve yanlış karşı karşıya gelir. Her gün benzersiz bir hikaye başlar, devam eder ya da tamamlanır.

Gecenin bir yarısı bir yandan düşünüyor, bir yandan yıldızları seyrediyordu. Küçük bir kasabada her gece kendisine aynı soruları soruyordu. Herkes ondan her şeyin cevabını bilmesini beklerken o daha isminin neden Mercan olduğundan bile emin değildi. Annesine bu konuyla ilgili sorular sorduğunda her şeyi bilmesinin onu daha çok mutlu etmeyeceği cevabını almıştı. Birden garip bir sesle irkildi. Yatağından birden kalktığı için kolunu yatak başlığına çarpmıştı. Hiçbir şeyin yolunda gitmediğini tekrar içinden geçirerek yatağına geri yattı.

Sabahın erken saatlerinde uyanmayı bir alışkanlık haline getirmişti. Annesi her zamanki gibi yatakta bir sağa bir sola dönüyor, aradığı huzuru hiçbir şekilde bulamıyordu. Genel olarak çok konuşmayan annesinin yanında kendisini daha da yalnız hissediyordu. Ama insan her şeye alışır. Mercan da artık sorgulamıyor annesini o şekilde kabullenmesi gerektiğini anlamıştı. Evdeki çoğu işini bitirdikten sonra dışarı çıkmak için hazırlanmaya başlamıştı. Güneşli bir gündü. Böyle havalarda evde zaman geçiren insanları anlamıyor, güzel bir yerde kitap okumayı çok seviyordu. Son kez evi ve annesini kontrol ettikten sonra evden çıktı. Her yer ağaçlarla dolu olduğu için etrafına bakarak yürümeyi çok seviyordu. Yol boyunca ağaçları inceliyor, onlar hakkında bilgi edinmeye çalışıyordu.. Biraz yürüyüşten sonra bugün okuyacağı kitabın yanında olmadığını fark etmişti. Böyle bir havada güzel bulduğu bir ağacın altında kitap okuma şansını kaçıramazdı. Eve geri dönüp kitabını almaya karar vermişti. Evin önüne geldiğinde kapının yanında fazladan bir çift ayakkabıyı fark etti. Evlerine çok misafir gelmesine alışkın olmadığından kime ait olduğunu merak etmişti.. Birden annesiyle yabancı bir adamın konuşma seslerini duydu. Sesler zamanla şiddetlenmiş, dışarıdan duyulacak kadar yükselmişti. Kendisiyle normal günlerde bile çok fazla konuşmayan annesinin bu şekilde sesinin yükselmesine çok şaşırmıştı. İçinde birden çok büyük bir merak uyandı. Yanlış olduğunu bilmesine rağmen evin pencere tarafına dolandı ve onları dinlemeye başladı. Aralarındaki konunun kendisiyle ilgili olduğunu anladığında daha da dikkatli dinlemeye başlamıştı. Annesi biraz yüksek sesle:

-Hayır diyordu. Olanların üzerinden yıllar geçti. Evet çok pişmanım. Ölene kadar da bu günahımı unutmayacağımı biliyorum. Ama onca zaman geçmişken hatalarımdan bahsetmemin hiç kimseye bir faydası yok. Mercan’ın bunları bilmesine de gerek yok. Yıllar sonra senin kim olduğunu öğrenmesinin ona acıdan başka bir faydası yok! Eğer bir olayın faydası yoksa gereği de olmamalı. Biz bile hala geçmişin acısını çekiyoruz. Ne sen ne ben o günü asla unutmuyoruz. Genç bir kıza bu kadar büyük bir acı yüklemek saçmalık… 

Adam karşısındaki kadını dikkatli bir şekilde dinliyordu. Hem hak veriyor hem de yıllar önce terk ettiği kızını görmek için can atıyordu. Derin bir nefes aldı tam olarak nasıl konuşması gerektiğini kendisi de bilmiyordu.

-Ama.. gerçekleri onun da öğrenmesi gerekiyor. Evet bir hata yaptım. O olaydan sonra haberi bile olmadan onu terk ettim. Bunca zaman sadece onu düşündüm. Onu ne olursa olsun görmek istiyorum. Gerçek annesinin sen olmadığını öğrenmeli. Ayrıca masum bir insana yaptığın bu kötülüğü bilmek en çok onun hakkı! Ve babası olarak onun yanında olmalıyım… 

Mercan az önce duyduklarının doğru olup olmadığından emin olmak için kulaklarını pencereye doğru biraz daha yaklaştırmıştı. Gözyaşlarını durduramıyordu. Sessiz sessiz ağlamaya çalışıyordu. Duyduklarına hiçbir anlam verememişti. Konuşulanları daha fazla dinlemeden ormana doğru hızlıca koşmaya başladı. Nereye doğru olduğunu umursamıyor, sadece uzaklaşmak istiyordu. Çok büyük bir acıyla bütün vücudunun sızladığını hissediyordu. Bir süre öylece koşmaya devam etti. Kaçtığının farkındaydı. Okuduğu çoğu kitap kaçanların korkaklar olduğunu yazmıştı. Oysaki kaçmak bazen cesur bir harekettir. Bir süre sonra etrafına baktığında artık tam olarak nerede olduğunu bilmiyordu. Sadece etrafında bir sürü söğüt ağacı vardı. Çok dikkat etmemesine rağmen belli bir düzene göre dikildikleri belli oluyordu. Güzel bir yaz akşamı olduğu için çok fazla üşümüyordu. Hava kararmadan akşam için kalacak bir yer bulmalıydı. Eve geri dönmek için kendini hazır hissetmiyordu. Söğüt ağaçlarının dikili olduğu yer bir tepeyi andırıyordu. Yukarıya doğru biraz daha çıkarsa tüm kasabayı net bir şekilde görebilirdi. Olduğu yerden manzarayı izlerken kasabaya doğru inen yolda küçük bir ahır olduğunu fark etti. Kasabaya biraz uzak görünüyordu. İlk aklına gelen şey bu geceyi orada geçirebileceği oldu. Kayalıklardan yavaş yavaş ahıra doğru inmeye başladı. Aslında korkuyordu ama başka çaresinin olmaması ona kitaplarda okuyup anlayamadığı kadar büyük bir cesaret veriyordu. Artık anlıyordu. Çaresiz bir insanın cesur olmaktan başka bir şansı yoktu. Ahırın kapısının önüne geldiğinde biraz durdu ve son kez düşünmek istedi. Başka sansı olmadığını bile bile son kez emin olmak istemişti. Yavaşça kapıyı açtığında içeride hiç kimse yoktu. Derin bir nefes aldı ve etrafı biraz incelemeye başladı. Ahırda hayvan olmamasına rağmen terk edilmiş bir ortam gibi gözükmüyordu. Yavaşça samanlara doğru ilerlemeye başladı. Çok yorulmuştu. Doğru düzgün düşünebilmesi için biraz uyuması gerekiyordu. Samanların üzerinde ahırın tavanını izleyerek bugün olanları düşünmeye başladı. Tüm doğru bildiği şeyler bir günde değişmişti. Gerçek annesinin nerede olduğunu öğrenmek için her şeyi yapabilirdi. Bu sırada yavaşça gözleri kapanmaya başlamıştı.

 Her yerin yemyeşil olduğu bir ormanda, ağaçların sıra sıra dikildiği bir yolda yürüyordu. Ormanın derinliklerine doğru ilerliyor herhangi bir korku belirtisi göstermeye gerek duymuyordu. En büyük korkusu olan korkusuzluğu hissediyor ve yok sayıyordu. Yeryüzünü olduğu gibi yansıtan büyük bir gölün yanına gelmişti. Göl boylu boyunca uzanmış bir söğüt ağacıyla başlıyordu. Kökleri sımsıkı toprağa bağlanmıştı. Söğütün sarkık dalları göl ile muhteşem bir uyum içindeydi. Bir insan hayatı boyunca sadece bu manzarayı seyredebilir ve huzurlu olabilirdi. Söğüt ağacına biraz daha yaklaşmıştı. Bütün gölü şu an çok daha net görebiliyordu. Bütünleyici manzaranın yakından daha da güzel olduğunu düşündü. Gölün yüzeyindeki yansımasını izlemeye başlamıştı. Turuncuya kaçan kızıl saçlarını ve kahverengi olan gözlerini çok net bir şekilde görebiliyordu. Eliyle suya dokunuyor şekiller yapmaya çalışıyordu. Bir an için suyun yüzeyinde bir kadın gördüğü hissine kapıldı. Suya biraz daha yaklaştı. Dengede kalma savaşını kaybetmişti. Bütün vücudu suyun içinde debeleniyor karaya çıkmaya çalışıyordu. Suya kapılmaya başlamıştı. Neredeyse suyun içinde hareket edemeyeceğini hissediyordu. Göl birden bataklık rengini almış Mercan’ı kendine doğru çekmeye başlamıştı. Hiç kimsenin sesini duymayacağını bile bile son çare avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bilinci yavaş yavaş kapanırken isminin tekrarlanarak söylendiğini duymaya başlamıştı. 

Soğuk terler dökerek uyanmıştı. Gördüğü şeyin rüya mı yoksa kabus mu olduğunu ayırt edemiyordu. O sırada herkes kasabanın girişinde onu aramaya çıkmıştı. İsminin bağrışlarını çok net bir şekilde duyuyordu. Kendisini biraz toparladıktan sonra ahırdan çıktı. Onu arayan insanlar kapıya kadar gelmişlerdi. Kalabalıkta onu arayan annesi Mercan’ı görünce ona sımsıkı sarıldı.

Mercan yatağında yatarken annesi söyleniyordu. 

-Nasıl böyle bir sorumsuzluk yapabilirsin? Ormanda bir başına olacak iş değil..

Mercan artık dayanamıyordu.

-Buraya gelen adamı ve konuştuklarınızı biliyorum. Bu yüzden bugün o ahırdaydım. Duyduklarımdan sonra tahmin edebileceğin gibi eve gelemezdim. Bana her şeyi anlatmak zorundasın. Gerçek annem bile olmayan bir kadın.. 

Odada derin bir sessizlik oluştu. Mercan dikkatlice kadının tepkilerini izlemeye başlamıştı. Karşısındaki kadın elindekileri neredeyse yere düşürecekti. Renkten renge girmeye başlamıştı. Artık gerçeklerden kaçamayacağını anlamıştı.

- Asla duymaman gereken şeyleri duymuşsun. Yıllarca gerçekleri senden saklamak için çok çabaladım. Her zaman sana iyi bir annelik yapmaya çalıştım. Evet çok konuşan biri değilim. Bazen sana soğuk davrandığım zamanlar olmuştur. Ama emin olduğum şey seni karşılıksız büyük bir sevgiyle büyütmeye çalıştım. Hayatta en çok korktuğum şey bir gün senin her şeyi öğrenmendi. Yaptığım şey beni affedebileceğin, hoşgörüyle karşılayacağın bir konu değil. Gerçekleri öğrendiğinde yüzüme bile bakmak istemeyeceğini biliyorum. Sadece her şeyi gençken hissettiğim yanlış duygular yüzünden yaptığımı bilmeni istiyorum. Sadece biraz zamana ihtiyacım var. Sonra sana her şeyi teker teker anlatıcam. 

-O adam nerede?

 O kadar kısık sesle söylemişti ki kadın zar zor duyabildi. Kadın artık bir şey saklamanın anlamsız olduğunun farkındaydı. 

-Kasabanın girişinde kalacak bir yer bulmuş. Eğer hiçbir yere gitmediyse yarın görüşebilirsiniz.

-Peki annem? Bile bile yalan söylerken hiç üzülmedin mi?

Kadın sessizce Mercanı izliyordu. Soruyu duymamazlıktan gelmişti. Mercan sorusuna cevap alamayacağını anlamıştı. Kadın durduğu yerde sadece duvara doğru bakıyordu. Başka bir şey söylemeden odasına geçti. Biraz sonra odasının ışıkları kapanmıştı. Her ikisi de bu gece evde hiç kimsenin uyumayacağını bildikleri halde gizli bir antlaşma yapmış gibi susmuşlardı.

Mercan bir açıklama bekliyordu. Kafası karışık bir şekilde oturuyor annesi sandığı kadının odasından çıkmasını bekliyordu. Birden kapının sesiyle irkildi. Sabahın bu saatinde kim olabileceğini düşünmeden kapıyı açmıştı. Karşısındaki adam o gün konuşmalarını duyduğu kişiydi. İkisi de birbirini dikkatli bir şekilde incelemeye başlamıştı. Bu sırada kadın da odasından çıkmış onları izliyordu. İçeri gel diye söylendi.

- Mercan o gün konuştuğumuz her şeyi duymuş. Artık ondan saklayacak bir şeyimiz yok. Her şeyi anlatacağımız o vakit sonunda geldi. 

Adam duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi.  Hemen ona söyleneni yaparak içeri girdi. Odadaki herkes birbirinin gözlerinin içine bakıyordu. Herkes birinin konuşmasını bekliyor ama o kişi olmak istemiyorlardı. Olanları düşününce dinlemek kolay konuşmak zordu. Sonunda kadın daha fazla dayanamadı. Mercanın gözlerine bakarak konuşmaya başladı.

-Umarım gerçekleri öğrendiğinde benden nefret etmezsin. Seni her zaman çok sevdim. 

Biraz duraksadı ama kaçacak bir yerinin olmadığının farkındaydı. Başını utanır gibi biraz aşağı eğdi.

-Eskiden kıskançlığın ne kadar tehlikeli bir şey olduğunun farkına varamayacak kadar gençtim. 

Her cümlesinin sonunda daha da derin bir nefes alıyordu.

- Annen ve ben kardeş gibi büyütüldük. Babalarımız çok yakın iki arkadaştı. Annenin annesi ve babası ani bir şekilde ölünce annen küçücük yaşta kimsesiz kaldı. Babam o kimsesiz kıza kıyamadı ve bizim evimize getirdi. Kardeş gibi büyütülmeye başlamıştık. Zamanla onu daha çok sevdiklerini düşünmeye başladım. Babam şifalı bitkilerden karışımlar yapar bu sayede para kazanırdık.

Derin bir nefes daha aldı. Cümlelerin devamını getirmek yaşarken cehenneme gitmek gibiydi. 

Hep babamdan sonra bu işi benim devam ettireceğimi düşünürdüm. Ama hayat her zaman planladığımız gibi gitmiyor.. Babamın seçtiği kişi annen oldu. Ben kendimi bir yarışı kaybeden kişi olarak görmeye başlamıştım. Babam ve annen her gün bir şeyler hakkında muhabbet eder olmuşlardı. Bir gün babamı ve anneni bahçede bir söğüt ağacının altında konuşurlarken gördüm. Annen hem dinliyor hem de elindeki eski bir deftere notlar alıyordu. Ne konuştuklarını duymak için canımı bile verebileceğimi düşünmüştüm. Onları görmezden gelebilirdim ama yapamadım. İrademe ihanet ettim. Gizlice onları dinlemeye başlamıştım. Babam söğüt ağacının özelliklerinden ve faydalarından söz ediyordu. Önemsiz bir konuşma zannetmiştim. Babam birden o dönem tüm kasabanın konuştuğu karışımının tarifini vermeye başlamıştı. Anneni ölçekler konusunda uyarıyor ve çok dikkatli olmasını söylüyordu. Ölçekler şaşarsa karışımın şifadan çok zehir olacağından bahsediyordu. Bütün vücudumda kıskançlığı hissedebiliyordum. Her şeyi benim bilmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Kötü olan şey bu düşünceme hak veriyor olmamdı.

Odada çıt çıkmıyordu. Dışarıdan sesleri duyan bir kişinin tek başına konuşan bi kadın olduğunu düşünmesi çok olasıydı. 

Kadın kullanacağı kelimeleri doğru bir şekilde seçmeye çalışıyordu. Mercan ise hissedeceği duyguların ne olması gerektiğini... odadaki adam ise her şeyi biliyor gibi bir tavırla sadece dinliyordu. Kadın devam etmesi gerektiğini anlamıştı.

-Yıllar geçti. Hayat annen için her zaman daha kolay ilerlemeye devam ediyordu. Her zaman ilk sevilen, ciddiye alınan ve dinlenen o olmayı bir şekilde başarıyordu. Kasaba artık onun şifalı karışımlarını konuşmaya başlamıştı. Annem ve babam her zaman alçakgönüllü ve saygılı bir karakterim olması için ellerinden geleni yapmışlardı. Sanırım ben onlar için sadece hayal kırıklığı olabildim.

 Odadaki herkes kadının gözyaşlarını rahatlıkla görebilirdi. Mercan geçmişteki hatalarını anlatırken ağlayan birinin hayal kırıklığı olmayacağını söyleyebilirdi. Ama hikayenin sonunda gerçek annesine kötü bir şey yaptığını çoktan anlamıştı.

-Aslında her gün bu kıskançlıkla yaşıyordum. Ta ki durduramayacağımı anlayana dek…  annenin yaptığı o şifalı karışımlar bir dokunuşumla zehire dönmüş oldu. Kasabadaki herkes artık annene lanetli gözüyle bakmaya başlamışlardı. Herkes annenin kasabadan gitmesini istiyordu. Annenin kasabayı terk etmesi kaçınılmaz bir son olmuştu. Annene hiçbir zaman gerçeklerden bahsetmedim. Seni yanında götüremedi. Geleceğini göremeyen biri başka bir insanı neden aynı kadere mahkum etsin ki… bu ondan duyduğum son sözlerdi. Bir yaz akşamı kasabayı terk etti. O günden sonra anneni hiçbir zaman görmedim. Yıllar geçtikçe kıskançlık hissi yerine pişmanlık ve vicdan azabı duymaya başladım. Artık dayanamıyordum. Bir şekilde içimde kendimi affedebileceğim bir şey yapmam gerekiyordu. İnsan kendisini affetmeden başka bir insan tarafından affedilmeyi bekleyebilir mi ? Her yıl anneni son gördüğüm tarihte bir söğüt ağacı dikmeye karar verdim. Kasabanın çıkışında her yerde söğüt ağacı olan yeri gördüğünü düşünüyorum. İyi bir insan olma şansımı yıllar önce kaybettim. Beni affetmeyeceğini biliyorum. Eskiden sadece ölümün bu acıyı yok edeceğini düşünüyordum. Hayattaki tüm kötü şeylerin sevgi ile yok olacağını yeni yeni öğreniyorum. Keşke bu hayatı bir kez daha yaşayabilme imkanım olsaydı. Hayatımdaki tüm kötü duyguları iyi olanı ile yer değiştireceğime emin olabilirsiniz.

Mercan duyduklarının doğru olmaması için her şeyi yapabilirdi. Karşısındaki kadın sadece Mercan’ı izliyor sabırla duydukları karşısında vereceği tepkiyi hesaplamaya çalışıyordu. Mercan ani bir hareketle evden dışarıya çıkmıştı. Babası ve annesi sandığı kadının konuşmalarını duyduğu günkü gibi ormana doğru koşuyordu. Söğüt ağaçlarının olduğu yere gelmişti. O zaman dikkatli bir şekilde inceleyememişti ama sayısız söğüt ağacı orada öylece duruyordu. Bir insanı en kötü haliyle bile sevip sevemeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Affetmek ve anlamak yargılamak ve nefret etmekten daha güçlü duygular olabilseydi dünyanın çok daha güzel bir yer olabileceğini biliyordu. Şu an hissettiği öfke yaşadığı kasaba kadar acımasızdı. Kötülüğe kötülük ile cevap vermek istiyordu.  Hayatı boyunca kitaplarda okuduğu ve anlamaya çalıştığı adalet, dürüstlük ve sevgi gibi iyi duyguları yok sayıyordu. Bedeli ne olursa olsun adalet bir şekilde yerini bulmalıydı.

Akşama kadar söğüt ağaçlarının olduğu yerde öylece oturmuş olanları düşünmüştü. Eve geldiğinde herkes onu bekliyordu. Babası olduğunu öğrendiği adamın bu hikayedeki yerinin ne olduğunu hala öğrenememişti. Salonda herkes birbirine bakıyor ve susuyorlardı. Kadın perişan bir halde herkesin onu affetmesini bekliyordu. 

Peki babam olduğunu öğrendiğim bu adamın bu hikayedeki yeri ne? Neden aynı kaderi yaşayan insanlar gibi davranıyorsunuz? Bunları söylerken gözlerini adamın olduğu yere doğru yöneltmişti.

Adam konuşma sırasının ona geldiğini çoktan anlamıştı. 

Ben de bunun için geldim, hem seni görmek hem de sana olanları anlatmak için yıllar sonra karşına çıktım. Her zaman herhangi bir suçum olmadığını düşündüm. Yıllar önce içime düşen şüphe beni bu kasabaya geri getirdi. Annen sandığın kadınla yüzleşmek sandığımdan daha da zordu. Ben her zaman inandığım şeyin doğru olduğunu düşünmüştüm. Bana da sana bugün anlattığı her şeyi anlattı. Olayın üzerinden çok uzun bir zaman geçtiği için ne yapacağımı bilemedim. Yıllar geçtikçe bu günahın bir suç ortağı olduğumu anladım. Sevdiğim insana inanmamıştım. Bana tüm gerçekleri söylemesine rağmen bir hırs uğruna yalan söylediğini düşünmüştüm. İnsanın tüm hayal kırıklıklarının sevdiği ve güvendiği insanlardan gelmesi ne tuhaf bir acı… Annen ortadan kaybolunca korktum. Sen çok küçüktün ve ben de çok gençtim. Hayatın en başındayken öğretilen doğruluk, dürüstlük ve adalet duygularını benimseyemediğim için çok üzgünüm. Artık her şeyi biliyorsun. Eğer bilmiyor olsaydın zaten her şeyi sana ben söyleyecektim.

Odadaki herkes çok sessizdi. Herkes birbirini hem yargılıyor hem de anlamak için çaba sarf etmeye çalışıyordu. 

Kadın yaptığı yanlışın sonuçlarını daha da iyi fark etmişti. Yıllar önce yaptığı yanlışı herkese açıklaması gerektiğinin farkındaydı. Odadaki herkes doğru olan şeyin bu yanlışı herkesin öğrenmesi gerektiği olduğunu biliyordu.

 Bir insanın yaptığı kötülüğü herkese itiraf etmesi herkes tarafından yargılanması demekti. Ama yaptığı kötülükle masum bir insanın yargılanmasına sebep olmuştu. 

Ertesi gün tüm kasaba söğüt ağaçlarının dikili olduğu yere çağrılmıştı. Kadın tüm gece yapacağı konuşmayı düşünmüş, yatakta bir sağa bir sola dönerek sabah olmasını beklemişti. Tüm kasaba bu sıradan kadının herkesi neden böyle bir yere çağırdığını merak ediyordu. Kadın son kez nefes aldı ve tüm korkularına rağmen konuşmasına başladı. Kardeş gibi büyütüldüğü bir kadını nasıl kıskandığını, ona nasıl iftira atılması için karışımların içeriğini değiştirdiğini ve her şeyi bilmesine rağmen nasıl sustuğunu tek tek anlattı. Bulundukları yerde dikilen söğüt ağaçlarını konuşmasına eklemeyi ihmal etmemişti. Mercan’ın babası da konuşma sırasında söz alarak bu gerçeği çok daha önce öğrendiğini ama sustuğunu itiraf etti. Bu konuşmayı dinleyen çoğu kişi yıllar önce yaşanan bu olayı çoktan unutmuştu. Yıllar önce masum bir insana yaptıkları hatanın hiçbir telafisi yoktu. Kalabalıktan sesler yükselmeye devam ederken bütün gerçekleri itiraf eden kadın nefes aldığını hissetmeye başlamıştı. Ne olursa olsun yaptığı şeyden pişman olmuş ve yıllarca ona acı veren bu sırrı herkese söyleyecek kadar cesur davranmıştı. Mercan yıllarca kendisine annelik yapan bu kadını en azından affedebileceğini artık biliyordu.

O gece evine giden herkes vicdanıyla başbaşa kalmıştı. Herkes bu hikayenin bir yerinde bir şekilde suçu olduğunu fark etmişti. Çoğu insan saatler ilerlemesine rağmen yatağına bile girememişti. Tüm gece ışıkları sönmeyen evlerde yaptıkları kötülüğün affedilmesi için dua edip tövbe etmişlerdi. Ertesi gün herkesin elinde bir söğüt ağacı ormandaki söğüt ağaçlarının olduğu yerde toplanmaya karar verdiler. Gün batarken herkes bir köşeye söğüt ağaçlarını çoktan dikmişti. Tüm kötülük, yanlışlık, haksızlık, adaletsizlik ve sevgisizlik gibi duygular gün batımıyla beraber kasabayı terk ediyordu sanki. En azından oradaki insanlar buna inanmak istiyorlardı. Ertesi sabah her evde iyilik, doğruluk, adalet, sevgi gibi duygular başka bir şekilde hissediliyordu. Çok uzun zamandır hissetmedikleri bir şekilde içlerine yayılmıştı. Tıpkı gün ışığı gibi.