Bir sokaktım, eninde sonunda kirli kalacaktım devrimlerden sonra. Adımların atıldığı, kahkahaların duvarlarımda yankılandığı, izmaritlerden yanan bir kaldırım damarlarım vardı, herkesten habersiz. Sineye çekecektim, örselenmiş hissedecektim, kendimden habersiz. Şehirden uzaklığımla değil yakınlığımla ölecektim. Gecemi belki bir anne sancısı veyahut bir sarhoşun naralarındaki o isli ıslığı bölecekti. Tereddütsüz içime çekecektim, derinliklerime. Başlangıcı değildi bu hezeyanların, sonu gelsin diye içimden ettiğim sessiz dualarım. Sessizce hissediyordum üzerimde, nereden gelip nereye gittiklerini. Köylü kasketimden esen kasvetlerim vardı, parmaklarımın arasında sıkıştırdığım bir dünya hengamesi. Yoruldum yolcu olduğum dünyadan. Acı duydum, çöpten topladığım kabuslardan. Tiksinti halinden duyulan kaçışmalardan. Nedensiz yere savaştığım toplumsal yozlaşmalarından. Yığıldım bir gece vakti üstümüze çöken enkaz ruhlu evlerden. Sakındım. Bir başıma kaldığım, yaşama dair kanun maddelerinden. Üzerimde oynanan hunharca oyunlardan. Anlıyordum. Sonumun geldiği hissediyordum, kulaktan kulağa olan fısıldaşmalardan. Çaresizliğin ne demek olduğunu, reklam panolarından gelen o sahteliklerden görüyordum. Çünkü geceydi onu aydınlatan, beni ıssız onu cafcaflı kılan. Aslı bende olanların, sureti kimin elindeydi. Zamanla yaralar sarılır denilirdi. Halbuki gitmiyor kanı yerde kalanların eseri. Yağmur intikamını almıyor eskisi gibi. Bir çıkmaz sokak yalnızlığında, hiçlik içinde sonumun gelmesini istiyorum...