Günün en sevdiği vaktiydi. İşten çıkmış, elleri cebinde, küçük adımlarla eve doğru yürüyordu. Hava kasvetli, bulutların hüzünlü günüydü. Soğuk hava yüzüne yüzüne çarpıyordu. Dudaklarını cebine sokarak soğuktan koruduğu elleri gibi korumasına olanak yoktu, korumaya da niyeti. Rüzgarın yaladığı dudaklarını sanki rüzgarla işbirliği yaparmışçasına birde o yalıyordu. Onun hainliğine ve rüzgara yenik düşen dudakları çatlamışlar, üst dudağının ortası ise yarılmak üzereydi. Buna rağmen otobüse binmek yerine yürümeyi tercih etmiş, etrafı izleyerek yavaş yavaş evine gidiyordu. Dün geceden beri aralıksız yağan yağmur yerini toprak kokusuna bırakmıştı. Arabaların kaldırımda yürüyen insanları umursamadan içinden geçtiği su birikintileri de yağan yağmurun ardında bıraktığı bir diğer izdi. Her şey giderken ardında bir iz bırakıyordu. İyi veya Kötü. Üstü başı yoldan geçen arabalar yüzünden çamur, su içinde kalmış kaldırımda yürüyen adam ile yeryüzüne çıkmak için gün sayan solucana göre tabii ki aynı değerde değildi yağmur. Ve onun bıraktığı bu izler. O da arkasında hep solucan bırakmak istemişti bu hayatta. Başarabilmiş miydi acaba? Hiç de kolay değildi bu. Onun yüzünden olmasa da illaki bir araba geçer ıslatırdı kaldırımdaki o adamı. Bu güne kadar birçok ilişkisi olmuştu. Arkadaşlar, dostluklar, sevgililer. Ama bugün birçoğu yoktu. Başlayan her şey bir gün biterdi, bunun farkındaydı ama yine de kabullenemiyordu. Şunun da farkındaydı: başlangıç ve bitiş düz bir çizgi değil, bir çemberdi. Her bitiş yeni bir başlangıçtı ama bitirmek lazımdı işte, gerçekten bitirmek, yoksa o çemberde dönüp dururdu insan.

Şüphe etti birden kendinden. Her son yeni bir başlangıçmış falan filan. Çok klişeydi. Kitaplarda, filmlerde, afişlerde, her yerde. Onun da kafasının içine girmişti işte ve öylesine inanmıştı ki kendi söylediğini sanıyordu bu sözü neredeyse çember falan diye süslemişti bir de. Öyle olmuyordu hayatta. O kadar basit değildi. Başlangıçlar, bitişler hepsi iç içeydi. Bir ilişkiyi, bir süreci bitiren neden belki de çoktan yenisinin başlamış olmasıydı. Sinirlendi birden. Ne çok şey vardı böyle kendimizi inandırdığımız, kandırdığımız. Yaşamımızın temeli yalanlardı resmen. Olur mu hiç öyle? Ne demektir bu? Temeli sağlam olmayan ev düşünün. Dayanabilir mi hiç bu hayata? En ufak bir deprem yeter yıkılmasına. Bu yüzdendi işte onunda ayakta duramayışı, yağan yağmurda geçmişini arayışı. Onu en çok üzen de bu saatten sonra temelini değiştirmenin imkansızlığıydı. Kendini yıkmak öyle kolay değildi. Hem o da doğruyu değil, kendi yalanını üretecekti. Değer miydi buna? En azından temelinde herkesin doğru bildiği yalanlar vardı. Diğeri tam bir bencillik değil miydi, kendini beğenmişlik? Daha büyük bir kibir olabilir miydi? Kendine de kızdı. Sıkışmış hissediyordu. Boşluktaydı. Bir insan boşlukta nasıl sıkışmış hissedebilirdi? Etrafına baktığında ya da içindeki duygularda, her şey bomboştu. Ciğerlerini yakan soğuk havayla derin bir iç çekti. Hayat, dedi. “Hayat. Daha dolu bir boşluk olamaz.” Hava kararmaya başlamış, gökyüzü gözlerini kapatmadan son bir kez bakıyordu altındakilere. Sokak lambaları da bunu fark etmişler, gözlerini açmaya hazırlanıyorlardı. O da bu durumun farkındaydı ve adımlarını hızlandırmıştı. Bu anı görmeden eve varmak istiyordu. İçini kaplayan sebepsiz hüzünlerden yalnızca bir diğeriydi bu: günün bitmesiyle açılan sokak lambaları. Hele bir de ağlamalar eşliğinde parkta oyun oynayan çocuklarının ellerinden tutup eve götüren anneler olursa… Bir gün daha ve bir oyun daha bitmiştir artık. Bunlara tanık olmamak için sağır ve kör olmayı dileyebilirdi o an. Yine de bunu göze alamadı, daha kolay bir yol vardı. Hızlanmak. Neredeyse koşmaya başlamıştı. Tek derdi kendini bir an önce eve atmaktı artık. Birer birer geçtiği sokak lambalarının ve parkların ardından evinin bulunduğu sokağa varmıştı. Anlamsız bir güven duydu bir anda. Birkaç adım daha attı, kapısının önündeydi. Kapıyı açmak için elindeki anahtarlara baktı. Vazgeçti, yumruk yapıp sıktığı avucunun içinde kaybolan anahtarlarını montunun cebine geri koydu. İki sokak aşağıdaki parka gidip bir bankın üstüne oturdu ve sokak lambalarını seyretti.