Ne zamandan beri bu caddede oturduğumu hatırlamıyorum. Epey zaman oldu doğrusu. Ama seviyorum bu caddeyi. Hiç yalnız kalmıyorum mesela. Sabah erkenden başlıyor burada koşuşturmaca. Gece geç saatlere kadar devam ediyor. Pazar günleri biraz geç başlıyor ama ona da alıştım. Sabah daha güneş doğmadan işçiler caddeye akın ediyor. Otobüse koşuşturuyorlar, servislere yetişmeye çalışıyorlar yahut koşarcasına yürüyorlar. Ağızlarında birer sigara, eski püskü kıyafetler içinde soğuktan titreyerek gidiyorlar işlerine. Bekar olanlar akşam hangi meyhaneye gitsem diye düşünüyor, evliler geçim telaşı içinde. Onlar ayda yılda bir giderler kafayı çekmeye. Üzülüyorum onlara. İnsan bir günden bir güne ayık kalmamalı. Hele bu koşuşturmacanın içinde... Evlerine, eşlerine de pek sâdıklar doğrusu. Hovardalıktan anlamazlar. Canım böylesi daha iyi. Hırgür çıkarmadan yaşıyorlar işte. Gerçi yaşadıkları meçhul ama...


Sonra bir öğrenci furyası başlar. Küçük, büyük, kız, oğlan sırtlarında çantalarıyla okullara giderler. Gülüşürler daima. Onları izlemeyi severim. Bazen de imrenirim onların böyle neşeli olmalarına.


Memurlar koyulur yola artık. Kravatlı kravatsız, çantalı çantasız memurlar. Bunlarda ruh yoktur. Ne sevinç ne üzüntü, hiçbir şey. Öyle abartılı gülmezler, şakalaşmazlar. Sanki hiç yaşamazlar. Kasvetli, koyu gri havaları anımsarım onlara baktıkça. Hiç mi hiç sevmem bu memur takımını.


Güneş doğduktan sonra benim mesai biter bitmesine ama cadde kalabalıklaşır. Gürültü patırtı eksik olmaz. Bu seste uyu uyuyabilirsen. Akşama kadar da dinlenmeyince iş başında uyukluyorum. O da olmuyor tabii.


Akşama doğru uyanırım. Herkesin yorgun gözlerle, gergin sinirlerle evine gitmeye çalıştığı saatlerde. İyi dayanıyor bu insanlar vallahi. Şimdi eve gidecekler ama evde de iş bitmez ki. Bir sürü sorumluluk var. Hiçbir şey yoksa çocuklar var. Onlarla ilgilenmek gerekir, yemek yapılacak, çamaşır, bulaşık ohoo! Bir sürü iş. En iyisi yalnız yaşamak. Akşam olduğunda git bir meyhaneye. Bir bira söyle. Yanına meze iste bolca. Hem karnın doyar hem yüzün güler. Ben olsam çıkmadan önce mutlaka bir kadeh şarap içerdim. Geceye yakın da eve gider sızarsın. Ne karı dırdırı ne de koca sıkıntısı. Deme keyfine. Ama insanlar bunu anlayana kadar çoktan üçüncü çocuğa gebe oluyorlar. Eh, bu zamana kadar da alışmadıysa vay haline!


Kaç yaşındayım bilmiyorum. Yıllardır burada öylece durup bakarım insanlara. Belim ağrımaya başladı. Gözlerim de iyi görmez oldu. Şu parktaki arkadaşlarıma imrenmiyor değilim hani. Dimdik dururlar onlar. Caddenin gürültüsünü de duymazlar. Ekmek elden su gölden misali yaşarlar. Ben yaşlanıyorum sanırım. Aramızda kalsın ama ömrümün sonuna geldiğimi fark ediyorum. Bir sabah işçiler gelip beni götürecekler diye korkuyorum. Ama inanın hiç pişmanlık yok içimde. Görevimi layıkıyla yerine getirdim bunca sene. Bir tek üzüldüğüm şey var, hiç aşık olamadım. Çiftlere baktıkça özellikle genç çiftlere onların el ele, kol kola gezmelerini kıskanırdım. Çekememezlik benimkisi. İnsan olsaydım eğer severdim birini. Hem de çok severdim. Bazı geceler tam benim ayaklarımın dibinde öpüşürdü iki âşık. İşte o zamanlar ağlardım. Yok canım kıskançlıktan değil. Yani neden olduğunu bilmiyorum. Belki de kıskançlık. Ama ağlardım. Hem zaten yağmurda fark edilmezdi gözyaşlarım.

Bugün pek iyi değilim. Sanırım akşam çalışamayacağım.


— Getir evladım şu ampulü.

— Aman dikkat et usta! Bu direklere güven olmaz.

— Olmazsa daha iyi ya. Çekip gideriz bilmem ne yaptığımın yerinden.

— Ağzından yel alsın. Daha çok sokak lambası değiştireceğiz seninle.

— Aman canım! Söylüyoruz işte.

Bir işçi sokak lambasının camını çıkardı. İçindeki ampulü değiştirdi. Sonra camı tekrar takıp aşağı indi.

— Bunu biz takmıştık geçen kış. Hatırladın mı usta?

— Neyini hatırlayacağım bu bilmem ne yaptığımın direğinin?

— ?

— Hadi topla takımı taklavatı. Aşağıdaki büyük caddeye gidiyoruz. Parkın karşısındaki lambalardan biri daha ömrünü tamamlamış. Onu da değiştireceğiz.