“Geri zekâlı, ben öldüremez miyim?” dedi boğazını temizlemeden titrek bir sesle. Mehmet bunun üzerine:                  

 — Öldüremezsin! Çünkü iyisin. Sen kimsenin canına kıyamazsın. "İyisin" sen. İyiler hep kazanırmış, pof! Kim demiş onu? İyiler hep kaybeder. İyi düşünen, iyi seven, iyi davranan, iyi çalışanın hep karşındaki kazanır; kendisi kaybeder. Çocukken de böyleydin sen hatırlıyorum. Mahallede bir grup çocuk kavga ediyordu. Kavganın sonunda yerde bir kişi kalınca hepimizin kaçtığını senin o yerde kalan çocuğa doğru yürüdüğünü hatırlıyorum. Korkular doğuştan değilmiş, sonradan öğrenilirmiş. Sen öğrenemedin Ali, bir de üstüne gittin “iyi” oldun. Hayır! Sen yapamazsın ama ben yapacağım.


Mehmet uzun dağınık saçlarını daha çok saklanabilmek için uzatmıştı. Kirli sakalı da eklenince kendini hepten görünmez sanıyordu. Kötü olmayan ancak kötü olabileceğine inanan delikanlının kafasında tek bir düşünce vardı. Öldürmek.          

— Ben planlamadım hiçbir şeyi Ali! Her şey kendi kendine oldu. Yemek yerken, sigara içerken, yüzümü yıkarken... Hep kendi kendine geldi bu düşünceler. Başlarda aklım beni ikna etmeye çalıştı ve sonda içim bir şekilde buna ikna oldu. Nasıl yapacağımı, hangi fırsatta, nerede, ne ile yapacağımı ben değil aklım bana istemeden öğretti. Yapamıyorum! Bunu düşünmeden bir günüm geçmiyor. Sen ister benimle ol ister olma. Ben bu işi bitireceğim.


Ali'nin gözleri hep dolu gibiydi. Sıska vücudunu bile bacakları zor taşıyordu, sanki karşısındaki insana hep acınacak gözlerle bakardı ancak durum baktığı gibi değil hep gördüğü gibiydi. Boğazını temizledi,

— Sen adalet istemiyorsun. Susamışsın sen, kana susamışsın. Kendi menfaatlerin için birini öldürmeyi düşünüyorsun. Rezil!       

— O ölünce hiçbir şey elde etmeyeceğimi sen de biliyorsun.                             

— Tatmin olacaksın.


Mehmet sustu. Parmaklarını saçlarının arasından geçirerek arkaya taradı ve Ali,

— Her şey bitecek sanıyorsun değil mi? O ölünce, onu biz öldürünce bitecek her şey. Sen de ben de rahatlayacağız, tatmin olacağız değil mi? Kendini görebiliyor musun bazen ona bakarken? Ben görüyorum. Sanki onunla beraber yaşıyorum; sanki o istemediğimiz şeyleri, o bizi rahatsız eden şeyleri ben yaptırıyorum gibi. Hissediyorsun değil mi? Rahatsızsın bundan. Onu değil, kendini öldürmek istiyorsun sen. Onu gömersen kendin de kalırsın sanıyorsun o toprağın altında.

Evet, ben çocukken o yerde yatan çocuğa doğru yürüdüm ama sen de gözden kaybolmadın ve durup arkana baktın değil mi? Öyle mi Mehmet?


Ali oturduğu sandalyeden kalktı, gözlerinden bir damla yaş akmıştı. Mehmet serçe parmağıyla soldan sağa aldı göz yaşını. Birlikte balkona doğru yürüdüler. Mehmet daha balkona çıkmadan yakmıştı sigarasını. Ali aşağıda çöp tenekesini karıştıran köpeklerin titreyişine acırken bir yandan da sigarasını yakmaya çalışıyordu. Mehmet nereye niye baktığını, ne hissettiğini anladı. Mehmet "Bunlar bizden daha yetenekliler.” dedi. Ali "Benim daha ellerim çıkmamıştı." diye cevap verdi.


Sigarasını hep daha hızlı içen Ali, içeri girdi. Mehmet hâlâ balkondaydı. Ali mutfaktan bıçağı alıp karşı daireye doğru yavaş adımlarla yürürken kendi nefesini duyuyordu. Kapıyı çaldı. Kapıyı açmak için yola çıkan ayakları çok uzun bir süredir dinlediğini düşündü. Ayaklar yaklaşırken Ali'nin kalp atışları hızlandı. Uzun zaman gitmek istediği o yere varmadan önceki kalp atışı gibiydi tıpkı.

Kapı açıldı. Gözlerine baktı. Emin oldu ve bıçağı karın boşluğuna sapladı.

Mehmet balkonda sigara içiyordu.