Sessiz bir sokağın başından sonuna dek giderken ayak seslerimi dinliyorum, gölgemin bana yetişmesini beklemek için üç saniyeliğine duruyorum ama uyuşuk uyuşuk oyalandığını görünce yürümeye devam ediyorum. Bu dapdar sokakta ne işim var bilmiyorum. Günün en aydınlık saatinde dahi güneş ışığının buraya -bile isteye- uğramaması beni güvende hissettiriyor. Islak taşların üstünde yürürken, adımlarımın yankısını kulaklarıma değdiren duvarların arasından yavaşça geçerken, sanırım burada olmamın sebebi sessizliğin içindeki ağırlığın bana verdiği sükûnet diye düşünmüyorum. Bu yoldan kaç kez geçtiğimi hatırlamaya çalışıyorum adımlarımı iyice yavaşlatırken, emin olamıyorum. Sonuna hiç varamıyorum da bu yolun. Her gece sokağın girişine geliyorum, evimden bu sokağa varana kadar bir buçuk saat yol geliyorum. Kimseyi tanımadığım, insan geçtiğini bile çok nadir gördüğüm bu sokağın başında duruyorum ilk önce. Durduğum yerden ilerlemeye çalışıyorum, sokağın sonunun nereye vardığını görmek istiyorum huzursuzca her gece ama hiçbir zaman göremiyorum, bittikten sonra elimde ne kalacak bilmiyorum. Tam son adımımı atacakken her seferinde bilerek gölgemin beni yakalamasına izin veriyorum. Bileklerimden tutup beni çekmesine, ben yerde sürüklenirken ve sırtımdan akan kanlar orada olduğumu kanıtlayacak çizgileri yola çizerken, rahatlıyorum. Kavga etmiyorum, ona karşı çıkmıyorum, beni buradan çekip çıkarması için ruhumun içindeki bir yerden ona yalvarıyorum, götür beni buradan, kaybet beni.
Homurdanarak yerde sürükleniyor yine, gölgem benden ilk defa ne zaman ayrılmıştı diye soranlara hiç birleşmediğimizi söylüyorum.
Doğduğum günden beri ayrı ayrı dolaşıyoruz, başından beri de birbirimizin varlığından sadece huzursuzlukla açıklanabilecek bir memnuniyetsizlik duyuyoruz. “Ben” olması gerekenlerle bile bu denli ayrışmış olmamın kaçınılmaz olduğunu düşünürdüm eskiden, şimdiyse o benliğimin kime ait olduğunu bile bilmiyorum. Sanki dünyada bana bir yer yokmuş da gölgemi takip ediyorum gibi, diye anlatıyorum bazen de konuyu iyice irdelemek isteyenlere. İlk defa aynada kendimi göremediğimde başladı bu kavgamız gölgemle. Kendisini benden çaldığı gibi yansımamı da alıp götürdü bir gün, bana ait olması gerekenleri ve aslında sahip olmadığımı bilmediklerimi elimden almak, onun içinde yanması mümkün olmayan bir ateşi alevlendiriyordu adeta. Yavaş yavaş bana ait olan her şeyi çaldı, beni de. Bana bakarken gördüğünü kendisinin bir kopyası olarak görüyor, yürüdüğüm her adımı takip etmek zorunda oluşu sebebiyle acı çekiyordu. Aynalarda kendimi göremedikçe aynalarla konuşmaya başladım bu sefer, bir seferinde bir aynaya âşık da oldum. Gölge arayıp da bulamadığım her güne misilleme yapar gibi ben her aynaya bakmaya çalıştıkça, âşık olup aynayı öpmeye çalıştıkça tüm duvarı kaplar oldu karanlık gövdesiyle. E, ben de bıraktım denemeyi. Denemesem de ne olacaktı sanki, aynanın içindeki kalbin benden başkasının olduğuna mı inanacaktım?
Konuma geri dönmem gerekirse, özür dilerim sık sık konudan çıkarım çünkü bundan da rahatsız olur; mimiklerimi taklit etmek istemez ve o sinirlendikçe ben konudan konuya atlarım, sokak diyordum. Kocaman bir sokakta yürüyorum her gece demeyi isterdim ama daracık, yürürken insanın orada olduğundan emin olamayacağı türden sokaklar vardır ya, dışardan izler gibi, nefes almaz gibi geçtiğiniz, o sokaklardan biri işte bu da. Bir kuş gibi uçmayı çok istedim bu sokaklardan geçerken, adımlarımın sesini duymaksızın her şeye yukarıdan bakabilecek kadar özgür olmayı, gölgemin beni bulamayacağı kadar yukarılarda olmayı diledim. Sanırım o da isterdi bunu ama uçmaya yetecek kadar zayıf değil içimdeki ses. Belki biraz sessiz olsa, biraz da anlayışlı olsa bana karşı gitmek isteyeceğim yeri birlikte seçebilir, ruhuma o hurdacılarda satılan kanatlardan alabilirdik. Bunu yapacak bir ruhum olmayınca ben de yürümeyi seçtim, her gece yolu bitirmek için geliyorum buraya. Belki o gece bu gece olur, belki yolun sonunda aynada görebilirim yine kendimi diye hayal de etmiyorum diyemem. Belki neye dönüştüğünü görürüm yüzümün, sahi içimi de görürüm belki ama bunu yapabilecek bir ayna üretildi mi bilmiyorum. O aynaya âşık olduğum ve karanlığın içinde kendi suretimi görmek için gölgemi boğmaya çalıştığım günden beri aynaya da bakmıyorum.
Adımlarımı bundan daha yavaş atabilir miyim diye düşünmeye başladım az önce ama sanmıyorum, bedenimi zorlayan bir sessizlikle yürüyorum ve hatta yürümenin de ötesinde ruhumu taşımakla görevlendirilmiş bedenimi sürüklüyorum. Gölgemin sesini duyabilirsiniz siz de iyice sessizleşirseniz, sürünerek bana yaklaşıyor. Arkamdan gelen sürünme sesinin hızlandığını duymaya başladım az önce, yolun sonun yaklaştık demek ki. Buraya kadar tüm aynalarımı ve aşkımı anlattım size de sokağı anlatmadım, bağışlayın. Ben de pek bilmiyorum kim oturuyor bu evlerin içinde, kimler ağlıyor bu duvarın arkasında ya da bu uzakta gördüğüm loş ışık kimin evine ait. Burada pek çok geceler sis olur, kendinizi saklarken başkalarına çarpabileceğiniz türden, nefes alırken ciğerlerinize dolan türden. Yerdeki taşların neden hep ıslak olduğunu hiç anlayamadım, yağmur yağmadığı günler bile bu taşların arasından sürekli bir su sızar, ben bastıkça da suyun hareketlendiğini duyarım. Kısacık bir sokağı bu kadar uzun sürede geçtiğim için kendimle gurur duyuyorum, adımlarımı bu kadar yavaş atmak için çok uğraşmam gerekti, kendimi durdurmam ve sokağın konuştuğunu duyabilmem için sayısız günüm geçti kendi beynimin içinde, hem acele etseydim ne fark eder? Ha bugün, ha yarın, ellerim aynı bir tutam saçın değil mi?
Bu sokaktan geçerken çok seferleri kendi kendime düşünmeye çalıştım ama dedim ya içimdeki bu ses susmuyor, kim olduğunu bile bilmiyorum, benim olmadığı kesin. Gerçi, benim olsaydı bile aradaki farkı anlayabilir miydim diye düşündüğümde cevapsız kalıyorum. Kendi bedenimin içinden çıkan bu sesin benim beynime ait olmadığını çokça düşündüm ama kendim olduğuma inandığım kişinin bu denli sessiz kalmasını da anlamlandıramıyorum. Bu yolun sonuna varabilirsem belki de onunla da karşılaşırım diye inanıyorum.
Hiç bitmeyen bu yolun sonunda, bu tanıdık sokağın bitiminde o kadar çok tanıdık hayal var ki, sonunda onlara ulaşırsam ilk önce hangisine sarılacağımı bilmiyorum. Gölgem beni yolun sonunda bekleyenin bunlardan hiçbiri olmadığını söyleyip o sessiz kahkahasından atsa da her seferinde bana, içimden bir ses beni çağırdıklarını söylüyor. İçimdeki sesin de kimin olduğunu bilmediğim için kafam iyice karışıyor yolun sonuna yaklaştığımda, gölgem tutup beni arkaya sürüklemeye başlamadan hemen önce şüphe başlıyor, içimi eriten bir şüphenin göz bebeklerimin arkasından beni yakaladığını hissediyorum. Savaşmıyorum bu yüzden de genelde onunla, bırakıyorum, karşılaşmaktansa bilmemenin tatlı sedası içinde yüzmenin güvenli olacağını hissediyorum. Gölgem tutuyor beni bacaklarımdan her gece, onca zaman harcayıp yürüdüğüm bu yolda beni geri çekmesine izin veriyorum gölgemin, benimle gelmesi gerekirken beni reddetmiş benliğimin. Eve kadar sürüklenirken içimde bir rahatlama duyuyorum, sessiz bir gülümsemeyle gidiyorum. Sonraki sabah yatağımda iyileşmiş bir sırt ve içine çökmüş bir kalple uyandığımdaysa hepsine baştan başlıyorum. Kızıyorum önce, başta gölgeme kızıyorum sonra da o yolda sürüklenirken gölgemin kalbine bir hançer saplamadığım için kendime kızıyorum. Her gün aynı yolu yürüyüp, aynı sonu görmeye hazır oluşuma ve bu son yaklaşırken kendimi bırakışıma kızıyorum. Belki de sokağın sonunu görürsem olabileceklere kızıyor, göremediğimde hissettiklerime hayıflanıyorum.
İşte, neredeyse sonuna geldik bugünkü yolumuzun da, görüyorum sonraki sokağa açılan boşluktan sızan ışığı şimdi. Bitirebilirim bu gece, sonunda bu sokağın sonunu görebilir ve gölgeme karşı çıkabilirim. Gerçi gölgemin yaklaşan sesinin kulaklarımda çınlamaya başlaması da yaklaşık otuz saniyemin kaldığına işaret. Elimi uzatabilirim şimdi, o boşluğa tutunmak için bir hamle yapabilirim ya da kendimi yavaşça yere bırakabilirim. Hep bu iki seçenek arasında ruhum, hep aynı sessiz saniyelere tabi. Eğer ki hiç seçmediğimi seçersem, eğer ki yürürsem o ışığa doğru sonuna varırsam yeni bir sokak bulabilir miyim bilmiyorum. Yirmi. Yıldızların ne kadar güzel parladığını görüyor musun, başını en son ne zaman yukarı kaldırdın, ben düşünürken sen sor kedine. On altı. Başım yukarıdayken gördüğüm sessiz camdan parlayan griliği görüyor musun? On üç. O griliğin tutunduğu bir çift parmak ne itiyor aşağı anlayabiliyor musun, o camın kenarındaki elin bana doğru eğildiğini, beni gördüğünü ve benim için aşağı fırlattığı karaltıyı görüyor musun? Sekiz. Ne düşüyor? Hançer. Bu yolu bitirmemin ne demek olduğunu biliyor musun? Altı? İçimden gelen sesin ve göremediğim benin kim olduğunu bilmiyorum, söylemiş miydim? Yolun ışığına adım uyduracak kadar hafif bir bedenim de yok. Son adımıma o kadar yaklaştım ki, kalbime saplamayı düşünüyorum hançeri. O el belki de benim her gece burada yürümemden ve yürürken kalbimden dışarı saçılan iblislerden yoruldu, bu hançeri o yüzden mi bana fırlattı camının kenarından? Uçuyor sanırım yukarıda bir çift el, kuş gibi. Üç.
Elimdeki hançeri görüyor musun? Simsiyah olmuş gölgemi de yerde görüyorsun başından beri. Beni takip ettiğini ama nefretinden benden kopamadığını anlattım bu gölgenin sana. Ne o beni öldürdü bugüne dek ne de ben onu. Önüme çıktı sadece, önüme çıkıp beni durdurdu ve her seferinde beni yürüdüğüm yoldan geri çekmenin bir yolunu buldu. Bu hançeri kolumun ağırlığıyla orantılı bir şekilde gölgemin kalbine saplayacak gücü bulmadım, gücü bulmadım da hançeri buldum bu gece. Hem gölgelerin kalbi olur mu? Benimkinin olmadığı kesin. Bir. Artık kimin burada olduğunu görsün istiyorum. Sıfır. Yoruldum, duyuyor musun ne denli yorgun olduğumu? Gölgemin savaşından ve hep kaybettiğim bir yolda baştan yürümekten yoruldum ve bu yolun neden var olduğunu bile bilmiyorum. Sahi, ne denli bilmediğim şey var, bu yolun başından beri aynı şeyleri söylüyorum. Evet. Elimde hançer, gölgemi süründüğü yerde ikiye ayırıyorum. Acımadan, kalbinden çıkan boşluğun yerini kalbimle doldurmak ister gibi, durmadan. Saçımdan bir parça kesiyorum yavaşça sonra, artık ebediyen yatacağı yerde benden bir parça da olsun istiyorum. Bir tutam saçı gölgemin eline bırakırken onun sürünmesini bir daha duymayacak olmanın kulaklarımda ruhani bir sessizliğe kapı açtığını duyuyorum.
Buradan sonra o ışığa gideceğimi sanmıştım hançerim kalbinin olması gereken boşluğa inerken kalbimin. Her gece sonunu görmek için çıktığım bu yolda gölgemin inadına yürüyor sanmıştım. Merak ediyorum zannetmiştim yolun sonunda ne olduğunu, yanıldım.
Sürüklenmiyorum, bu sefer ayaklarımla gölgemin sesini çıkararak evime dönmek için ışığa sırtımı dönüyorum. Kendi ruhumu kendim sürüklüyorum belki de, o hançer beni bölmeden bunun cevabını öğreneceğimi sanmıyorum.
Yolun sonunda bulacağımdan değil de yolun başında düşüneceğimden korkuyorum.
Berat Bahadır Seyhan
2020-10-30T02:58:10+03:00Bu öykü bana göre olmuş sayılabilir, sadece birkaç ufak dokunuşa ihtiyacı var örneğin "bir seferinde bir aynaya âşık oldum" cümlesi, hikâyenin girişi için harika bir cümle olurdu. Okuyucuyu direkt içine çekerdi, vurucu, net ve şaşırtıcı. Okuyucuya gölge-insan ve yolculuk temalarını kafasında örmesi için biraz zaman tanımış olurdun. Ve yine sonu bu şekilde vurucu bitebilirdi. Son cümlesi sanki öykünün ortasına daha iyi uyuyor gibi geldi bana. Özellikle de karakterin gölgesine hançer saplamadığı için kendine kızdığı kısmın devamı olarak veya onun yerine güzel uyacak bir cümle olurdu ancak cümleler arasında geri sayımı okura iletmen oradaki heyacanı katlarken, sonun böyle olması sonu biraz sönük kılmış.
Hikâyenin genel temasına gelecek olursak eğer karakter gölgesini yok etmeyi değil de onunla beraber yaşamayı kabullenseydi ve benliğinin iki parçalı olduğu gerçeğini kendinden saklamasaydı çok net bir Bozkırkurdu çatışması var derdim ama buradaki çatışma daha çok bir tür Imposter sendromu gibi duruyor. Gölgenin karakteri yok etmek gibi bir eylemi yok, sadece yerini almaya çalışıyor, karakter de aksine benliğini çalan bu gölgeyi yok etmek istiyor. Bu yüzden imposter sendromuna yakalanmış bir karakter var elimizde gibi duruyor.