Türlü kalıplarla bir araya gelebilecek iki kelime: sokak ve çocuk. Eğer ben bunu sokak çocuğu tamlaması şeklinde kullanırsam bu da çeşitli mânâlarla alt birimlere bölünecek ve şu an bunu okumakta olan herkesin zihninde farklı bir sokak ve çocuk belirecek. Ben size kendi zihnimde canlanandan bahsedeceğim. Sokakta büyüyen çocuklar...

İnsanın bir dram filmi izlemişçesine tesirine kapıldığı ve kalubeladan bu yana herkesin içinde ukdeye sebep olan, tüm zorlukları sırtlanmış o küçük bedenler. Kimisi mendil satıyor, kimisi kırmızı ışıkta ön cam siliyor, kimisi boyundan üç kat büyük arabasıyla sokak sokak kağıt topluyor. Her gün gördüğümüz bu görüntü ilk başlarda bizleri ne kadar etkilese de artık kanıksadığımız gerekçesiyle pek yüzlerine bakmıyoruz.

Sahi en son hangi çocuğun yüzüne baktınız sokakta? Hanginiz gördü gözlerindeki son umut perdesinin sönmekte olduğunu? Peki kim suçlu?

Düzenine tüküreceğimiz burjuvalar mı yoksa kendilerinden nemalanmalarına rağmen sömürülmeyi huy edinmiş ikinci sınıf diye nitelendirilen insanlar mı? Bizler her ne kadar hür doğduğumuz yalanına inandırılsak da belli bir düzenin içerisine tekmelenerek itelendik. Belki de proleter insanın en ağır sınavı budur, belki de onun en kıymetli hazinesi yokluktur.

Peki bizler bir çocuğun vebalini üzerimize almak hususunda neden ar etmeyiz?

Düşünün ki oyun çağında bir çocuksunuz. On ikinci yaş gününüzü elinizde mendillerle bir kırmızı ışığın altında elinizdeki mendilleri satamama korkusuyla üstelik yaş gününüz olduğundan habersiz bir şekilde gününüzü akşam ediyorsunuz. Oysa yaşıtlarınızın ailesi kendi çocuklarına bir oyuncak, bir telefon, bir ayakkabı almayı ihmal bile etmezken siz kıyafetinizin inceliğinden nasıl ısınacağım diye düşünüp duruyorsunuz. Sabaha karşı sokaklara düşüp akşama kadar kağıt toplarken kollarınız nasıl da ağrıyor.

Sokak ve çocuk bu mudur gerçekten? Yoksa biz sokağa ve çocuğa çok mu duyarsızlaştık?

Sokakta büyüyen çocuklara gülümsemeyi ihmal etmeyin.