Sen hiç öldün mü üşümekten? Ben öldüm. Sokağı örttüler üstüme, gözlerimi bile kapamadılar, sonra gözlerini kapadılar yine.

Senin için sadece bir telefon görüşmesi olabildim. “Alo, birisi ölmüş.” Oysa benim de hikâyelerim vardı. Gelseydin yanıma, sana da anlatırdım. Ölmezdim.

Sen hiç üşüdün mü? Ama öyle çocuklar gibi kartopu oynayıp eldiven giymiş ellerini hohlarken; üzerine bir şal, eline bir fincan kahve alıp “Ben biraz üşüyüp kendime geleyim.” derken değil. Kalbinden damarlarına, yüreğinden yaralarına kadar bütün yalnızlığınla üşüdün mü?

Uzun zamandır kar yağmıyor bu şehre. Kar taneleri yollarını süslemediğinden geceleri çıkıp yürümüyorsun. Çok ayaz oluyor geceleri, sen bilmiyorsun. Hiç bilemeyeceksin. Zemheride, bir karton üzerinde uyumaya çalışırken ben, göz göze geleceğiz belki. Düşünmeden “düşkün” diyeceksin. Düşlerimi bilmeyeceksin. Üşüyeceksin.

Soğuktan moraran ellerimi, titremekten kasılan bedenimi, uzaklara dalan gözlerimi sevmedin, görmedin. Oysa karda tatlı uykuya aldanandı yüreğin. Uyudukça ölecektin. Bilmedin.

Dünya güzeldi, bilirdim; ben de yaşamak isterdim. Yattığım karton sığındığım parkı kirletti. Özür dilerim.