Hayalimde canlanıp duran ince, uzun bir yemek masasıyla içim kavruluyor bu gece.


Hangi ilham ki o gelen, ta İsa'dan, Da Vinci'ye?


Kendi isteğiyle baş aşağı çarmıha gerilen Petrus'u babam olarak alırdım, alırdım bir yaşam hakkım daha olsaydı bu gece.


İsa gibi ölmeyi cüretkarlık olarak gördüğü için.


Kalbinin üzerinde bir kolye yapıp taşıyanları bunu, taşıdığının özüne hakaret ediyor sanıp da taşladıkları için..


Taşlayanları taşlayan olmaktan, taşlananı da taşlanan olmaktan bildiğim için.


Bildiğimi düşündüğüm noktayı cüretkarlık olarak görüp, sonra da kendimi baş aşağı astığım için.

.


Bir sofram olsun istiyorum, uzun, ince bir masanın üzerinde. Şişelerce şarap taşıyorum bu sofraya hayalimde.


Tam on iki koltuğa, tam on iki kadeh.


.


Birinci koltuk, okuyanlara. Her ne okunabilirse bu hayatta. Bir kitap, bir paket sigaranın arkası, bir ilaç prospektüsünün en can alıcı satırı; bir şarkı, bir sinema filminin alt metni, bir tiyatro oyununda bariz olan anlamın perde arkası.


Bir mimik, bir insan konuştuğunda sesinin tam kırılma noktası; bir duvar yazısı, birinin gözlerinde görülebilen, acıyla parlatılmış o ışıltısı. Bir tabela, bir hava durumu, bir olaylar zincirinin muhtemel son halkası..


Neyi okuyabiliyorsa onu okuyanlara ayrılmış olan bu koltuğa oturmak için tek şart, bildiklerini kendine saklamamak. Paylaşmak, öğrendiklerinin sadakasını.


Ve öncelik de çamura batanlara verilmeli, kimse görmesin diye alan el tarafından ısırılışını.


.


İkinci koltuk, şaşıranlara. Anlayamayanlara nasıl canavarlaştırıldıklarını ve gülümsemelerinin korkunç bir iştah, kucaklarına aldıkları bir bebeğin ise kurtarılması gerekilen bir kurban sayılışını.


.


Üçüncü koltuk, yalnızlaşanlara. Kabul edemeyenlere başkalarının gözlerindeki yansımalarını. Evlerine kaçıp, aynalara koşanlara. Gözlerini kapatıp, ışığı arayanlara.


.


Dördüncü koltuk, mutsuzlara. Her yola girip, hiçbirini tamamlayamayanlara. Tamamlayanlar tarafından korkaklıkla suçlananlara. Bulabilmenin yolunun bulamamaktan geçtiğinin, henüz farkına da varamamışlara.


.


Beşinci koltuk, direnenlere. Tek kare, çok boyutlu resimlerde mimlenenlere. Ama anlatamayanlara derdini, dünyayı tek bir açıdan görenlere. Yine de denemeye devam ettiği için, öyle ya da böyle sürgün edilenlere.


.


Altıncı koltuk, vazgeçenlere. Vazgeçme halini de kalıcı zannedenlere. Kendi dizleriyle konuşurken birden yaralarına bakıp, "Geçme! Geçme!" diye sitem edenlere. Geçse de yürümeyeceğini iddia edenlere, ama geçmese de yine yürüyeceğini bilenlere.


..


Ve diğer altı koltuk, bu altı koltuktakileri bilmeyenlere.


Petrus'a baktıkları zaman, çirkin bir yarasa görenlere.


Aynı sofra, aynı masa, aynı şarap da olsa önlerinde; önce diğerleri içmeden, çekinip de içmeyenlere.


Bekleyenlere, içten içe bir başkasının yerinde olmayı isteyenlere. Başlarını yüz seksen derece çevirip de, kendi içlerindekini göremeyenlere.


Cenneti yalnızca kitaplardan bilenlere. Başkasının cehenneminde alev olma tutkusuyla yaptıklarına, oturup gülenlere.


Ellerinde bir külçe altın olsa, kralları "Taştır!" dedi diye; altınlarını başkalarının kafalarına atabilenlere.


.


İsa'nın koltuğu ise, on iki koltuğu da sevebilenlere.


Tamamını kendinde bulup bu yağlı tablonun; var olan nefrete, nefret eklemeyenlere.


İlk kadehi içenlere, ilk lokmayı zehirlenmek pahasına da olsa yiyenlere.


Ardından aç gözlü diyecek olduklarını da bilip, bedenini ve kanını yine de sevgiyle verenlere...


.


https://open.spotify.com/intl-tr/track/2Uws5LNuLkvf9aR14UM3x2?si=49ac7753e6a04e2d