Uzun zamandır bir anın düşünü görüp duruyorum. Gecenin en tenha vaktinde, dört kişi bir masayı çevreleyip birbirimizi süzüyoruz. Loş ışık altında Beckmann, sağında Werther, solunda da Zebercet, karşılarında da ben. Uzun metrajlı bir susma izliyor masayı, ara sıra iç çekişler ve kin dolu bakışlar. Sigaralarından her duman çekişlerinde, melankoli havası oksijeni nefessiz bırakıyor. İlk Beckmann takılıyor gözüme, çekiniyorum da göz göze gelmekten. Savaştan döndüğü zamanki kıyafetleri hâlâ üstünde duruyor. Abi diyorum hafiften ürkerek. Ben de bir antimilitaristim, senin gibi savaş görmemiş olabilirim ama yine de her türlüsü iğrenti veriyor. Savaşmayalım, sevişmeyelim de, biz insanlar en iyisi mi hiçbir eylemde bulunmayalım. Biz elimizi attığımız her işi bozmakla mükellef gibiyiz, hep duralım. Dinliyor beni dinlemesine de gözleri hâlâ intiharla boğuştuğu nehire baktığı gibi. Sözü Werther alıyor: Peki söyle genç adam, kaç defa âşık oldun? Aşık olmak seninki gibiyse hiç olmadım, diyorum. Sırıtıyor belli etmeden ve tekrar çevirip gözlerini yüzüme dikiyor: Genç adam, bu masadaki kişilerin hepsi zaaflarından vurulup umarsızca kenara atılan insanlardır. Yüzlerindeki her sırıtış yaranın deşifresi gibi açığa çıkıyor. Unutma, hiçbir insan adamamalı hayatını bir insana.

Ah be abi diyorum içten içe, keşke önceden farkına varsaydın da o mermi almasaydı ruhunu gökyüzüne. Susuyorum, susuyoruz. Daha fazla dayanamıyor Zebercet. Beklememeli de, bekleyişler delirtir insanı, diyor.

Yağlı urganın izi duruyor boynunda, belli, çok acı çektirmiş tabureye atılan tekme. Devam ediyor sonra: Kalıplara da sığmamalı insan. Her devir kendisiyle birlikte kalıplar getirir ve uymayanları silikleştirir.

Susuyor, anlatsam neye yarar der gibi. Yemeklerimizin buharı hafiften azalmaya başlarken ayağa kalkıp: Yiyin efendiler, bu bizlerin son akşam yemeği.