Yıllar boyu, kimi zaman gri şehrin karanlık sokaklarında kimi zaman da insanların kalplerinin karanlık kapılarına doğru pedallar çevirerek ve tekerleklerimi ağır ağır döndürerek seyahat ettim. Şimdi ne zaman ruhumu bir şey sıksa kaçıp kaçıp bir şeylere -aslında daha çok eski günlere- sığınmak isterim. Çok değil, 10 yıl önce o küçücük ülkeden bu kocaman ülkeye geldiğimde bir gün tekrar oraya dönmek isteyeceğimi düşünmemiştim. O zaman küçücük bir zerreydim ben ve bu ülkenin, bu şehrin beni yutacağını hissetmemiştim. Bu kalabalıkta onlardan biri olmanın beni yeniden doğmuş gibi hissettireceğini, adını koyamadığım o boşluğu kolayca dolduracağını düşünüyordum.

Gözlerimi yeni açmış göğü izliyordum... Büyük pencereleri olan gökdelende oturduğumu, çok para kazandığımı, severek yaptığım bir işim olduğunu, beni sevdiğini düşündüğüm arkadaşlarımın olduğunu kendime hatırlattım. Lâkin artık kendimi ne buraya ne de onlara ait hissediyordum. 32 yaşındaydım. Bu şehre geldiğimde ardımda her şeyi bırakacağıma, son nefesime kadar burada kalacağıma dair yemin etmiştim. Her yemin bozulabiliyor, her insan kendini kandırabiliyordu. Güneş gökyüzünde, gittikçe büyürken sıcaklığı koca camlardan parmak uçlarıma kadar ulaşmıştı. Zamanın geri getiremeyeceği pek çok şey düşüncelerimde yer bulurken gözlerim gökyüzünde süzülen kuşları hayranlıkla izliyordu. Başa sarıp sarıp dinlediğim şarkılar gibi aklımdan yine aynı şeyler geçiyordu. Dönmek için, burada anlam yüklediğim ne kadar şey varsa ardımda bırakmaya gerçekten kararlıydım. Kararlılığımın verdiği tarifsiz bir huzurla salona geçtim. Küçük sehpanın üzerinde duran bilgisayarı kucağıma alarak koltuğa yerleştim. Yarım kalan bir yolculuğa kaldığı yerden devam etmek için yeterince vaktim vardı. Havayolu şirketlerinden benim için uygun olan biletlere bakmaya başladım, tesadüf bu ki yıllar önce aldığım biletin saati bana göz kırpıyordu. Düşünmeden o bileti aldım. Bazen işaret olmasa bile rastladığımız tanıdık şeyleri bir işaretmiş gibi algılayabiliyorduk. Belki de hislerimiz işaretler yaratıyor, kim bilir. Bileti aldıktan sonra çalıştığım iş yerine ayrılacağıma dair kısa ve öz bir mektup yazdım, evden çıkmadan önce mail olarak iletecektim. Hâlihazırda beklemesinde hiçbir sakınca yoktu. Yanıma çok fazla eşya almaya da gerek yoktu, birkaç parça kıyafet yeterli olacaktı. Yatağın üzerine yerleştirdiğim bavula gerekli eşyaları yerleştirip kapattım. Yıllar önce o evden ayrıldığımda, bavulu kapatırken fermuarın çıkardığı ses gidecek olmanın rahatlatıcı hissini vermişti, şimdi tekrar aynı şeyi hissediyordum. Yine bir fermuar sesi yine bir gitme daha... Uçak saatine epey vardı ama hazırlık telaşından unutmamak için telefonuma alarmını da kurdum. Yelkovan ve akrep birbirini kovalarken ben tüm işlerimi halletmiş bavulumla kapının önündeydim. Son bir kez daha evin içine baktım, gözlerim duvarda asılı duran tablodan yerdeki halıya, sürekli oturduğum koltukta gezip dururken ilk defa o kapıyı bırakıp buraya gelişimi hatırlıyorum, neydi beni buraya getiren, peşinden koşmak için can attığım hayallerim mi, olmak istediğim kişi olabilmek mi, yoksa olmak istemediğim kişiden kaçma isteği miydi? Kapıyı çektim ve çıktım. İçimde hiçbir hüzün kırıntısı yoktu aksine kendimi oldukça hafiflemiş hissediyordum. İlk gidişimde kimseye haber vermediğim gibi dönüyor oluşumu da kimseye haber vermedim. Sadece çıkmadan hazır olan maili iş yerine gönderdim. Hiç beklemeksizin aldıkları bu posta ile verecekleri tepkiyi de umursamıyordum. Havaalanında tüm işlemlerden geçtikten sonra biniş kapısının orada beklemeye başladım. Geç kalanlar, onlar için gelen anonslar, birbirine veda edip sarılanlar… Ne çok giden ne çok dönen vardı. Gelenler nereden geliyordu, ya gidenler? Onlar nereye gidiyordu? Kim bilir belki de kimi, benim gibi ait olmadıklarını düşündükleri bu yerden göç ediyordu. Hepimizde bir gitme telaşı... Birkaç saat sonra gideceğim yere varacaktım.


Sabahın ilk ışıklarıyla elimde bavulum, hâlâ dimdik ayakta duran artık saymayı bıraktığım bilmem kaç yıllık, taş evin karşısında duruyordum. Köy çok sessizdi kimlerin var olup olmadığını bilmiyordum. Kuşların dahi sesi çıkmıyordu. Sessizliği bozan tek şey az ileride bulunan çeşmeden akan suyun sesiydi. Bir an çeşmenin arkasında bulunan, o da hâlâ taş ev gibi, bir dağ gibi sapasağlam duran söğüt ağacının altında anneannemi gördüm. Başında çiçekli yazması, üzerinde yeleğiyle sanki karşısında biri varmış gibi gülümsüyordu. O an fark ettim, karşısında duran kişi bendim, benim küçük bedenim. Saçlarım omuzlarımda, ayaklarımda kırmızı sandaletlerim, kollarımı birbirine sarmış bir ağaç kütüğünün üzerinde gülümsüyordum. Sonra bir fotoğraf karesi daha canlandı gözümde; toprak yolda anneannemin çiçekli eteğine sarılmışım, yüzüme vuran güneş ışığından gülümseyip gülümsemediğim belli değil. Bu anımsadığım fotoğraf kareleri şimdi bir çerçevenin içinde duruyor fakat ben şu an bu fotoğrafları kanlı canlı karşımdaymış gibi anımsıyordum. Bavulumu evin kapısında bırakıp toprak yoldan mezarlığa indim. Çeşmeden su doldurup anneannemin mezarına doğru ilerledim. Beyaz yazması bunca yıldır hâlâ başında bağlı duruyordu. Duamı edip mezar taşının üzerindeki fotoğrafını öptüm ve yanından ayrılarak dilek ağacına doğru yol aldım. Geçen on yılda ağacın dallarında boş hiçbir yer kalmamıştı. Burayı her ziyaret eden, ağacın hikmetine inanıp onu aracı görerek dileklerini eder, dallarına kurdeleler bağlarlardı. Yüzyıllardır ağaçla bir bütün olmuş, onun köklerine sımsıkı bağlanmış taşın üzerine çıkıp on yıl önce bağladığım kurdeleyi bulmaya çalıştım. Kördüğüm yapmama rağmen oradan oraya savrulan ben gibi kurdele eski yerinde değildi, tuttuğum dileği anımsadım. Kabul oldu mu? Belki evet belki hayır… Buraya gelmeden önce yanımda getirdiğim kurdeleyi boş bulduğum bir ağacın dalına bağlayıp son bir kez dilek diledim.


Bir süre köylülerin ağacın altına yaptığı hâlâ sapasağlam duran çardakta oturdum. Gözlerim gökyüzünde asılı duran bulutların üzerindeyken geniş bir düzlüğe yayılmış yeşilliğin kokusunu derin bir nefesle içime çektim. Aldığım nefes ciğerlerimi kaburgalarımın arasında yeniden hayat bulmuş gibi bir hisle kapladı. Yaklaşmakta olan kuş seslerini, ufak ufak uzaktan gelen araba seslerini duyuyordum. Köyde gün uyanmaya başlıyordu. Oturduğum yerden kalkıp asfalt yolu toprak yola bağlayan yolda yürümeye başladım…


“Ait olduğum topraklar burası, anılarım bu topraklarda, bir daha hiçbir heves beni buradan ayırmasın.”