El ele tutuşup sonunda ulaştık, her zaman manzarasına hayran olduğumuz tepenin zirvesine. Her santimetre karesi ezberimizde olan tepede güzel bir yer beğenme ihtiyacı hissetmedik. Zaten hep aynı yerde, aynı köşede buluşurduk. Ayaklarımız bu sefer de bizi aynı yöne doğru götürmüştü. Çömeldik yemyeşil çimlere. Tepemizde masmavi gökyüzü, içimizi ısıtan güneş, karşımızda koskoca şehrin görüntüsü vardı.


Gürültüden arınmış doğanın, huzur veren sesleri kulaklarımızdayken biz iki sersem aşık el ele tutuşmuş yokluğun içinde var olmaya çalışıyorduk. Sesizdik ikimiz de. Bir ses edip bozmak istemiyorduk sanki içimize doğmuş gibi bir daha yaşanmayacak olan bu anı. O, her zamanki mağrur bakışlarıyla manzaraya dalmıştı. Aklından kendisi hariç her şeyi geçiriyordu. Ben ise onu seyretmekten kendimi alamıyordum. O herkesi ve her şeyi düşünüyordu, bense sadece onu...


Bana sigarayı zorla bıraktırmasına rağmen yılların alışkanlığından olsa gerek bir sigara yaktım o ara. Göz ucuyla bana baktığını hissedebiliyordum. O an beni gebertmek isteyişini tek kelime etmeden "Seninle evde görüşürüz!" bakışıyla anlayabiliyordum. O bakışı atınca gözlerimi ondan hiç ayırmadan ona gülümsedim. İsterse sigarayı dudaklarımda söndürebileceğini çok iyi biliyordum ama o an ses etmezdi. Çünkü her zaman doğru anı beklerdi. Ben ufak tefek hatalarımı unutmaya yüz tutmuşken bana hatalarımı, onu kızdırışımı en beklemediğim anda hatırlatırdı. Ve yine ben alttan alıp gönlünü kırmamaya gayret ederdim. Ne yazık ki sigara içip onu kızdırığımı bir daha bana söyleyemeyeceğini bilmiyordum o an.


O ara bana baktı dünya güzeli. Ben içimden, "İnşallah sigaramı üzerimde söndürmez!" diye iç geçirdim tebessümle. Bana, "İç zıkkımını, bir şey olmaz." dedi. Yine düşüncelerimi okuyabiliyordu. Kahkaha attım. O ise hiç gülmüyordu, sadece düşünceliydi.

"Beni seviyor musun?" diye sordu aniden. Şaşırmadım, böyle ani çıkışları hep vardır zaten. "Bunu milyon kez cevapladım canım." demekle yetindim. "Olsun, sen yine de söyle." Israr etti. Zaten duymak istediklerini illaki söyletirdi. Dudaklarımın kıvrımları, o konuşurken kendiliğinden gamzelerime gömülmüştü yine. "Kes şu sırtlan gülüşünü de beni sevdiğini söyle hadi!" Gülüşümde kaybolduğunu bana defalarca söylemesine rağmen böyle laflar edip iltifat etmeyi de hiç eksik etmezdi kendisi. Tam kahkaha atacakken parmaklarıyla dudaklarıma dokundu. "Lütfen!" dedi ardından. Boğazım düğümlenmişti o lütfen deyince. Bu ‘'lütfen''in ardına gizlenmiş hüznü hissedebilyordum. Buna ihtiyacım var lütfeniydi bu. Eli ağzımdaydı, gözlerinde ise buğu vardı. "Lütfen, beni sevdiğini söyler misin?" diye tekrarladı.


Boynumu bükerek "Seviyorum." dedim. "Ruhsuzsun. Sigara içmek yaramıyor sana. Bir daha içersen seni gebertirim." diyerek kızdı bana ve ayağa kalkıp tepenin diğer tarafından seyredilebilen tarlaları izlemeye koyuldu.


Bir sigara daha içtim o benden uzaklaşınca. Arkasına bakıp sigara içtiğimi görse beni öldüreceğini biliyordum. Ama yine de içtim zıkkımı. Sigaram bittikten sonra da hemen yanına sokuldum. Ayaktaydı. Uzakta, bir evin damında uçuşan güvercinleri seyrediyordu. Ona arkadan sarıldım. Ellerimi göbeğinde birleştirdim. Bir öpücük kondurdum yanağına. Tebessüm edip bana döndü. Elini yüzüme dokundurdu. "Sen soğuktan üşürsen ben bugüne dek yazdığım her şiiri her yazıyı, karaladığım her beyaz kâğıdı senin için yakarım be güzelim. Seni yazdıklarımdan bile daha çok seviyorum bir tanem." dedim. Yazdıklarımın benim için ne kadar kıymetli şeyler olduğunu biliyordu. Gözlerinde bir parıltı gördüm o an. Beni ilk kez alnımdan öptü. Sımsıkı sarıldık. O an hiç bitmesin istedim. Zaman dursun ve sadece ikimizden oluşan bir boyuta geçmek istedim. Bu anı tekrar yasayamayacağımı bilseydim şayet onu asla bırakmazdım. Onunla her anımı doya doya yaşardım. Ama biz insanlar bazı şeylerin kıymetini kaybedince anlıyoruz maalesef.


Çok geçmeden kara toprağa verdim onu. Mezarına her kürek atışımda sanki kendimden de bir parça atıyordum kara toprağa. Gömme işini bitirdikten sonra toprağını sulamaya gerek kalmamıştı. Çünkü ben kara toprağı gözyaşlarımla sulamıştım zaten.


Bahsettiğim tepe birine aitmiş, bilmiyordum. Sahibini arayıp buldum sonunda. Bana ne istediğimi sordu. Adama, tepesine bir ölüyü gömmek istediğimi söyledim. Benimle alay etti. Mezarlık değilmiş tepesi. Yatırlarla başı belaya girermiş. Hem sonra tepesinde bir mezarlık olunca arsasını kimseye de satamazmış. Duygusuz herifin tekiydi. Adama çok öfkelendim. Tapuda adı var diye tepenin kendisine ait olduğunu düşünüyordu. Hâlbuki o tepe bizimdi. Bizim aşkımızın bir hatırasıydı. Sevdiğim kadın olmadan tepenin hiçbir anlamı yoktu ki. Bu yüzden onu tepemize, el ele tutuşup bakıştığımız o kutsal yere gömmek istedim. Ama buna engel oldular. Ben de yok ettim tepeyi, tüm engellemelere rağmen. Çünkü o tepe var oldukça benim ciğerime bir bıçak saplanacaktı. Koskoca tepeyi önce ellerimle sonra kazma kürekle ardından kepçe yardımıyla yerle bir ettim.