Barın kasvetli bir ortamı vardı. Ramazan yüzünden olabilir. Kurgu’nun tüm o sadık müdavimleri orta yaş krizindeki bir erkek kadar sadıktır ancak bu dönemde. Raşit ve ben kapıya yakın bir yere oturduk. Gökhan dışarıdaydı. O da kapıya yakın bir şekilde atılmış sandalyesinde sigara içiyordu. Raşit ve ben biralarımızı höpürdetirken içinin gittiğine şüphe yoktu. Ama paraya ihtiyacı vardı. Ve tüm o müdavimlerin komşularına gösteriş yapmak için bilenip Kurguʼnun camlarını indirmemeleri için dışarıda otururken bira içmesi, müdavimlerin cama taş atma riskini artırırdı. Hikaye daha da renklenirdi. “Normalde dışarıya sandalye atmayan Kurgu, ramazan gelince dışarıya sandalyeler koymuş. Abi bunlar hep İslam’ı lekelemek için. Ben de bunu görünce indirdim camları. Nasıl Halit ağabey iyi etmişim değil mi?” Ne kadar da iyi bir Müslümanʼın hikâyesi bu böyle. Bizim böyle bir hikâyenin figüranı olmaya ihtiyacımız yok. Işıklar kısık, Gökhan birasız. Her şey iyi böyle. Gökhan, deli akar kanı.
- Son Çare’ye gidelim.
Raşit bile hafiften ayıplar bir bakış attı Gökhan’a. İstese gitmesine engel olabilirdi. Sonuçta Gökhan üzerinde bir gücü vardı. Gökhan Kurgu’nun üst katındaki küçük bir odada kalır. Bulaşık yıkar, Raşit’in işi olunca barmenlik yapar. Temizliğe yardımcı olmayı sevmez pek. Galiba tüm temizlik işçilerinin kadın olmasıgerektiğini düşünür. Onun dışında her işi yapar. Kazandığı paraları genellikle Son Çare’de yer. Kadınlara ve tütün mamullerine düşkündür ama sarı dişlerini ona sorsanız, doğuştan böyle olduklarını söyler.
Cebimde doğru dürüst para yoktu. Olsa bile her zaman beni rahatsız etmiştir masaj salonları. Mahalleye polisler baskına geldiğinde onlara kafa tutan da benimdir, hayat kadınlarının karşısında mahcup oturan da. Gökhan bunu, kadınlardan korktuğuma yormayı çok sever. Gitmek istemediğimi söyleyince yine öyle yaptı.
- Ne oldu Atakan, kadınlardan mı korkuyorsun yoksa kendinden mi bir şüphen var? Merak etme oğlum parasıyla değil mi? Hiçbiri performansın hakkında laf söyleyemez. Hem ramazanda sıra olmaz. Bizden önce girmiş biri olmaz. Bu orospular yanıyordur şimdi.
İğrendiriyordu beni. Kadınlar hakkında ettiği her laf çirkindi. Ama tuhaf bir çekiciliği vardır Gökhan’ın. Tüm dul kadınlar, o sokaktan geçerken cama çıkar ne hikmetse. Genç kızların eteği bir anda istemsiz bir şekilde açılır Gökhan’ın yanından geçerken. Hepsi, hepimiz onun ne mal olduğunu biliriz. Bir kadınla macera yaşamaya görsün, gelip dinleyen herkese anlatır. Ballandıra ballandıra hem de… Seviştiği kadınların kocalarından, ağabeylerinden az kurtarmadık Gökhan’ı. Dediğim gibi tuhaf bir çekiciliği vardı. Ve hepsi, hepimiz buna kapılmaya devam ettik. Cennete giden en kısa yolun pazarına doğru yola çıkmaya ikna etti beni. Raşit’in ayıplayan bakışlarını ensemde hissedebiliyordum. Son Çare’nin kapısından içeri girdik. Bizi mekânın pezevengi Nuri karşıladı.
- Oooo, beyler sefalar getirdiniz. Bir şey içer misiniz? Yasemin, yavrum şu gençlere birer bira aç. Oturun beyler. Oturun.
Bize baktıkça içi giden Gökhan bira lafını duyunca heyecanlanmıştı. Hepimizin peşinde koştuğu bir şeyler vardı. Okula giden otobüsler, stadyuma kalkan dolmuşlar, uçurtmalar, çocukluğumuzda elimizden kaçan balonlar… Gökhan ise basit bir adamdı.
“Nuri ağabey seni iyi gördüm. Biraz kilo vermişsin sanki. İşler nasıl ağabeylerin en güzeli?” dedi Gökhan.
- N’olsun yakışıklım be? İftarımızı açtık, belki bir müşteri gelir umuduyla beliyoruz. Kızlar da mahzun bugünlerde. Normalde ne kadar sevildiklerini bilirsiniz. Şimdi yalnızlık çekiyorlar. Ama sizin gibi gençleri görünce içlerindeki boşluğun dolacağından emin oldum. Değil mi Atakan?
Cevap vermedim. Biraya devam ederken içimdeki aşağılık duygusundan kurtulmaya çalışıyordum. Nefret ediyordum Nuri’den ve Gökhan’dan. Ama neden terk edemiyordum burayı? Bu aşağılık duygusunu unutturup beni bu salaklar serabına bağlayan şey neydi? Madem buradaydım, neden bu kadınların gözlerine bakmaya korkuyorum? Birçoklarından daha iyi tanırdım onları. Burada çalışan neredeyse tüm kadınların kaldığı motelde kalan tek erkek bendim. Hepsiyle sohbetim iyiydi. Bazen motelin 8 arabanın anca sığabileceği otoparkında beraber kahvaltı ederdik. Fakat burada otururken utanç içindeydim. Bir dostu çıplak görmenin utancı değildi bu. Tüm erkek türünün utancı benim omuzlarımda gibi hissediyordum. Bir polise kafa attığım için neredeyse hapse giriyordum, doktora gittiğimde karşısında bacak bacak üstüne atarım, lüks restoran sahiplerine içimden küfrederim ve ne zaman pahalı bir araba görsem içimden onu çizmek gelir. Ama bu kadınların yorulmuş gözleri karşısında kendimden utanmaktan geri kalmam, kalamam. Onlara sarf edilmiş, hakaretin her türlüsünü içeren sözleri duyar gibi olurum. Ruhum daralır, anlamam. Çok içtiğim geceler dışında buraya uğradığım olmaz. Yüz bulamam kapısından girmeye. Veya soğuk kış gecelerinde ısınmaya gelirim buraya. Müjgan’ı görmek ne hoştur soğuk gecelerde. Kiralarım, bir oda tutarım bir saatliğine. Müjgan’ı alırım koynuma bir saatliğine. Üzerinden çok erkek geçmiş bedeni sarılır bana çırılçıplak. Bir saat boyunca dolu dolu sevişiriz. Hiçbir türlü seks yapmadan. Koynumda ağlar, bazen ona bir şiir okumamı ister. Attilâ İlhan’dan bir şiir okurum. Kirli Yüzlü Melekler’i her okuyuşumda biraz daha yaşlanır gözleri. Bazen de ben ağlarım. Dedemin öldüğü gün mesela... Fahişeler Moteliʼndeki -böyle derler kaldığımız motele- odamda çamaşırlarımla içiyordum. Kapıma tıklandı. Açtığımda karşımda Müjgan’ı görmüştüm. Gözlerim kıpkırmızı, saçım darmadağan ve odam dağınıktı. Ama umursamadı. Sarıldık birbirimize. Sabahın ilk ışıkları bizi ısıtamıyordu fakat umursamıyorduk. Bana yaslanmış çıplak bedeni, bana yetiyordu. Birçok adamın teriyle kaplanmış koynuna başımı dayamış ağlıyordum. Birçok adamın öptüğü dudaklarını öpüyordum. Aşk değildi. Sevgi bile denemezdi. Sadece şefkatti. Her başarısızlıkla daha da can yakıcı bir hale gelen bir ruhla, her koynuna aldığıyla biraz daha kırılan bir ruhun birlikteliğiydi bu. Sadece yorulduğumuzda, yeter artık dediğimizde sığınacak bedenlere ihtiyacımız vardı. Her insan gibi, ne eksik ne de fazla…
Son Çare’ye ruhumu kirletmeye her gelişimde Müjgan’dan kaçırırdım bakışlarımı. O da anlardı. Hiç muhatap olmazdı benle. Ama bugün anlamıştı niyetimi. Yorgun ve kırılgandım. Her zamankinden biraz daha fazla. Geldi ve yanıma oturdu. “Son yazdığın öykü çok hoşuma gitti. Eski yazdıklarından daha yumuşak bir anlatımı vardı,” dedi. Elini elimin üstüne koyup yüzünü bana biraz daha yaklaştırdı. “Toza Sor’u sonunda bitirebildim. Dediğin kadar varmış,” diye sözlerine devam etti. Nuri Ağabey kendine bira isteyince getirmek için yanımdan ayrıldı. Nuri Ağabey bana bir tuhaf bakıyordu. Anlamamış gibi, sanki benim yaptığım ahlaksızlıkmış gibi. Müjgan’ı insan yerine koyduğum için tuhafkarşılıyordu. Eş cinsel olabileceğimi düşünüyordu belki de. Burada geçirdiğim gecelerden sonra yüzümde gördüğü gülümseme aklına gelmiş olacak ki bakışları yumuşadı. “Aslanım, zaten işler kesat, sana bir ağabeylik yapayım. Bu sefer elli lira versen yeter.” dedi ve babacanlığıyla gurur duyar bir şekilde geri yaslandı. Hayır, dedim. “Bugün pek havamda değilim Nuri Ağabey.”
Tamam anlamında kafa salladı. Müjgan birasını önüne koydu ve tekrar yanıma oturdu. Müjgan, ah güzel esmerim. Edebiyat mezunuydu fakat diplomasını kullanabileceği bir iş bulamamıştı. Kitap okumayı, sanat filmleri izlemeyi severdi. Ne zaman bir kitapta veya filmde genç kız mutlu sona erse sevinçten ağlardı. Büyük ela gözleri, hafif kemerli bir burnu, gözleri göğüs hizasından yukarıya bakmayan birçok müşterisi vardı. Ama tek bir seveni bile yoktu. Belki ben ama ben bile gözlerine bakmaya korkarım bazen.
Biz havadan sudan laflarken Nuri Ağabey ve Gökhan, odanın köşesinde pazarlık yapıyorlardı. Nuri Ağabey başını olmaz manasında salladı. Fakat Gökhan ısrarcıydı. Eline iki yüz lira tıkıştırdı. Nuri Ağabey iç çekti ve bir sandalyeye oturdu. Bizim oturduğumuz rahat deri koltukların olduğu kısma değil, daha uzaktaki tahta ve sert sandalyeye oturdu. Gökhan yanımıza geldi. Müjgan’ın elinden tutup bana “Bu güzelliği bir saatliğine ödünç alsam kızmazsın değil mi?” diye sordu. Hayır, dedim. “Neden kızayım ki?” Gökhan, Müjgan’ı kaldırıp elini kalçasına attı ve arkadaki odalardan birine girdiler. Gökhan artlarından kapıyı kapatırken son bir kez pis bir şekilde sırıttı. O pis sırıtışta ne kadar çok şey vardı bir bilseniz. Gökhan’ın dişleri benimkilerden çirkindi, Gökhan sanatın hiçbir türünden anlamazdı, Gökhan’ın tek sohbet konusu kadınlar ve futboldu. Benim karşımda kaybettiği cepheleri Müjgan üzerinden kazanacaktı kendince. Rahatsız olmuştu Müjgan’ın bana ilgisine. O varken ben kimdim ki? Sadece bir yetmiş boyunda, seksen kilo bir adam. Onun uzun boyu ve sıkı karnı varken ben kimdim ki?
Gökhan bu savaşı kazanmak için çok çabalıyordu belli ki. İniltilerini ben bile duyuyordum. Müjgan’a neler kaçırdığını göstermeye çalışıyordu. Nuri Ağabey’e baktım. Onun da canı sıkılmıştı. Ne yapabilirdim ki der gibi baktı bana.
- Atakan, aslanım, zaten mekân bomboş gel bu seferki benden olsun. Kimi istersin söyle yeter aslanım.
Komşularım; doğal, çakma sarışınlar ve boyalı bir kızıl beni tahrik etmek için eteklerini hafifçe topladılar. Ama onların da pek bir umudu yoktu. Sonuçta komşularını tanıyorlardı. Ayağa kalkıp Nuri Ağabeyʼe veda ettim. Hızlı adımlarla Kurgu’ya yol almaya başladım. Gölgeler göğsümü sıkıştırıyordu. Beş adım atmıştım ki daha fazla dayanamayıp sırtımı duvara vererek yere çöktüm. Sesler buraya kadar geliyordu. Göğsüm daha da sıkıştı. Gökhan, tepeyi fethetmesine az kalmış bir askerin coşkulu iniltilerini gösteriş için iyice abartmışken ben nefes nefeseydim. Bu sıcak yaz akşamında tir tir titriyordum. Sarılacak sıcak bir bedene ihtiyacım vardı.