Kısır bir mücadele, ağır bir hayat. İnsana kendi hayatı ağır gelir mi? Geliyor işte. Yıllardır yoluna koyamadığı işleri, emekliliğe kalan senenin hala çok olması, evlenmek isteyen kızının çeyiz taksitleri... Bunlar çok ağır geliyor Orhan’a. Bazı günler okula gelirken daha yavaş yürüyor. Aklından geçen sahnelerin geçiş hızı buna ters orantılı. Aklında hep mutlu günlere kavuşmanın hayali asılı, kendini bile aydınlatmaya yetmeyen bir ampul gibi. Kendini bildi bileli çalışıyor. Tarla çapasına işçi giden anasının sırtına tülbentle bağlı, güneşin altında yüzünden terler akan bir çocukken de çalışıyordu ona göre. Direniyordu, çocuk olamadığı günlere. Sonra iniyor tabii anasının sırtından, kendi sırtına biniyor. Kendi sırtına bir yara gibi biniyor, bir çıban gibi... Kendine ağır gelmeye başlaması otuzlu yaşlarına denk geliyor. O işten o işe savrulmuş bekar bir Orhan. Kimseler kız vermiyor ki böylesine! Bir işte dikiş tutturamamış! Hem suratı da kavruk, gözleri sinirli sinirli bakıyor. Bir gün bir komşuları mahalledeki liseye bekçi alınacağını haber ediyor. Belki Orhan da bir gidip görüşse onu alırlar. Umutsuz ama istekli gidiyor Orhan liseye. “Otururum kapıda, n’olacak? Oooh ne güzel, masa başı iş!” Görüşmede işi kapıyor, evde bir bayram havası. “Bir de kız bulduk mu sana, daha da ölsem gam yemem.” diyor anası. Kızı okulda kendi buluyor Orhan. Lisenin yemekhanesinde bulaşıkçı Hasibe. İlk görüşte aşk değil belki ama gel zaman git zaman içi ısınıyor Hasibe’ye. Soranlara böyle diyor: “İçim ısındı işte be, ne kurcalıyorsunuz ötesini?” Kızın da gönlü kayıyor bizimkine. Bir gün bir mektup yazıyor Orhan, Hasibe’ye. Evlenme teklifi mektubu. Öyle allı pullu değil. Okuldan artan teksir kağıtlarından. Uzun da değil, net. “Cevabın evetse söyle sizinkilere, haftaya geliriz istemeye.”


Gidiyorlar, istiyorlar Hasibe’yi. Düğün dernek kuruluyor, ananın yok canıyla. Gırtlağa kadar borç! Daha ucuzundan olsa olmaz mıydı bu lanet gelinlik? Olamazdı! Hava atacak Hasibe, üç beş komşuya. O gün bu gündür çıkamıyor işte Orhan borç batağından. Hayalindeki o mutlu mesut evlilik hep gölgeli. Çocuklar doğunca borç da öyle bir katlandı ki! Bazen çalıştığı okuldaki çocuklara bakıyor. Yatılı kalıyor burada çocuklar. Aileleri bunlara nasıl para yetiştiriyor? Kendisi evde duranlara zor bakıyor! Haa evet, büyük kız evlenmek istiyor ya bir de. Tencere setini taksitle aldı. Acaba o tencerelerde yemek pişecek mi? Acaba o tencerelerde pişen yemekler huzurla yenecek mi? Bunu diliyor Orhan kızı için hep içinden. Az olsun ama huzurla geçsin boğazdan. Bir de helal olsun!


Artık yaşı elli beş. Kendini taşımaya alışık Orhan ama yine de bazen yüreği çok acıyor. Güvenlik kulübesinde geçen hayatından afili bir final beklediği için kendine gülüyor, kahkahalarla. Güvenlik kulübesi küçük değil ama ha! Bayağı da büyük. İki oda. Birinde ıvır zıvırlar duruyor birinde iki koltuk, bir sandalye, bir masa. Televizyon bile var, tüplü. Tepeye asılmış. Bir gün burayı kendi evinden daha çok “ev” gördüğünü fark ediyor Orhan. “Ulan,” diyor “hakkaten burada öleceğim galiba.” Öyle de oluyor. Gece nöbetine kaldığı bir gece kulübede kalp krizi geçiriyor. Televizyonda o sırada bir son dakika haberi: “Emeklilik yaşı düşürülüyor!”