Hafif esen rüzgâr eşliğinde eve dönüyorum. Caddedeki rahatsız edici gürültünün içinden kendimi soyutlayarak bambaşka bir yerde hayal ediyorum bedenimi… Ruhum burayı terk etmeye niyetli değil henüz. Sanki güzel şeyler burada olabilirmiş gibi hala.


Umutlu, mutlu günler beni burada bulmaz sanıyorum oysaki. Bazen penceremden bakıyorum yıldızsız gökyüzüne. Yazları gittiğim o yerde, sahilde uzanmış deniz manzarasında seni buluyorum; içimi huzurun verdiği hüzün kaplıyor. Hayalinin verdiği huzuru yokluğun bozuyor. Ufuktaki sonsuzluk ve ulaşılmazlık bana seni hatırlatıyor.


Şimdilerde çok sıkıldım kendimden; huysuz döngülerimden, kararlarımdan ve kararsızlıklarımdan... Karamsarlığım ise tüm bunların dikeni. Her şey bu kadar rayından çıkmışken neyin telaşı bu? Bırakalım her şeyi geride. Hala çözemedim, zamana bırakmak hata mı öylece…


Artık beklemiyorum seni. Sözün doğrusu: bekleyemiyorum. Hem içimden gelmiyor hem de biliyorum ki bu sefer hiç başlamamak üzere bitirdik. Anlatmıyorum huzura olan kırgınlığımı kimselere. Sanıyorum ki yokluğunu sayıklıyor olurdum eğer kırmasaydım bu kadar. Bu sefer yokluğunun verdiği huzuru anımsıyorum gidişinde… Soruyorum kendime: Bir gidiş nasıl böyle hissettirir? Giden ve kalan nasıl hiç tanışmamış gibi her şeye devam edebilir? Belki de burada giden ve kalandan söz etmek en büyük saçmalık. Ne gidenin ne de kalanın yüreği attı son kez birbiri için.


Elbette çoktan bitmişti her şey. Gidişin bir daha dönmemek üzere ve biliyoruz ki bir daha sevmeyi bile denememek üzere. Şimdi sana sevgiden bahsetmek ne kadar anlamsız geliyor... Ruhsuz duvarlarla konuşmak adeta…


Bakma öyle saçmaladığıma. Duygularım esir değil bir hiç uğruna, özgürüm hiç olmadığı kadar. Yokluğun bana özgürlüğü getirdi. Ve hayatımdan hiçbir gidiş böyle güzel hissettirmedi.