Hazan yeni çalmış paslanmış kapımı

İklimlere gözlerinde şahitken kaç zamandır kaçırıyorum mevsimleri


Bir ismim yok

Savrulmuş, kırılgan bir gazel belki

Yürüdüğüm bir yol yok

Koparılmak ve savrulmak en büyük vasfım

Özüme yaslandığım kadar gerçeğim

ve savrulduğum yer kadar sahipsiz


Bir yağmur sanki yağdı yağacak

Gövdemi saklamaya gayretim yok

Bir nefeslik zamanın içine doğmuş ruhum, 

Bir poyrazı bekliyor şimdi

Kaçıp gitmeyi, belki hadsizce yok olmayı


Annemin pencere kenarına koyduğu utangaç çiçeğim

Ömrünün en kırılgan düğümüne yaslanmış.

Manzarası boş ve alabildiğine sessiz

Sadeliğe ve boşluğa tutunmuş bir çiçek,

Suya inancını kaybetmiş. 


Üşümüş paltom ve titreyen dizeleri günlüğümün,

Dokunsam dağılacak çaresizliğimin en ağır mısraları.

Bir dayanağım yok,

Rüzgar ne yöne esse oraya yönelir gövdem.

Değip geçtiğim her yer uzak bir umut artık

Uçsuz bucaksız bir boşluk bu

Var olmak belki

Sonu müphem bir düşüş,

gayesiz, denetimsiz ve savruk


Taze, dokunulmamış zamanların kaçıncı sayıklayışı bu,

Artık herhangi bir surette aramadığım ilginin kaçıncı yitirilişi,

Ve yeniden doğmak sözünü verdiğim kaçıncı güz?


Şu bir kelimenin bile değmeye çekindiği sayfalar dolusu kitap,

İşte yalnızlığımın en saf, en mecburi yansıması.

Bana uğrayan son hazanın son sessizliği ve içimi sarsan depremin son sarsıntısı bu mısralar.


Işıksız bir tünelin son çıkışındayım.

Düşüyorum,

Bana elini ver.