Sırtıma çantamı takmış dershaneye doğru ilerliyordum. O da benimle beraber geliyordu. Nereye gitsem, hangi köşeden dönersem döneyim peşimden ayrılmıyordu. Sürekli bana eşlik eden bir yolcudan farksızdı fakat buna artık alışıyordum. Ayrıca iyi bir yoldaştı ve bir yoldaşın olması neden kötü bir şey olsun ki?

Uzun bir yürüyüşün ardından dershaneye varmıştım, içeriye girer girmez gördüğüm ilk şey o olmuştu. Gözleri, dudakları o kadar eşsizdi ki o gözlerde kaybolmak için orada her şeyi yapabilirdim. O dudaklarda boğulmak için canımı bile vermeye hazırdım. Bir insan her şeyiyle mükemmel olabilir miydi? O öyleydi, her şeyiyle mükemmeldi. Nefes alışı bile bir farklıydı ve benimki de onun yüzünden oldukça farklıydı. Elimi yakama götürdüm ve çekiştirmeye başladım, nefes alamıyordum, oracıkta boğulup gidecektim sanki, üzerindeki kıyafeti çıkarıp atmamak için zor duruyordum. Yoldaş yanıma yaklaştı “Bunu yapmak istediğinden emin misin?” diye sordu. O zamana kadar sayısız denemeye girmiştim fakat bundan daha zor bir soru gördüğümü hatırlamıyordum. Emin miydim? Kesinlikle değildim ancak bunu yapacaktım. Emin değildim ama kararlıydım. Bu işin artık bitmesi şarttı.

Yavaşça ona doğru yaklaşıyordum, yoldaş eliyle omzumdan tuttu “İçinde bir okyanus mu vardı senin?” diyerek dalga geçti. Haklıydı çok fazla terliyordum, sanki bir deniz boşaltıyordum koridorlarda fakat ne yapabilirdim? Bu son derece normal değil miydi? Değilse de çok da umurumda değildi.

Sakince kızın elinden tuttum. Böyle bir şeye daha önce dokunmadığıma yemin edebilirdim. Dokunduğum an sanki oda sıcaklığı eksi derecelere düştü, inanılmaz şekilde terliyordum ve resmen donmuştum, hareket edemiyordum. Gülümseyerek bana döndü, “Aaa, merhaba, nasılsın?” diye sordu başta fakat hâlimi görür görmez endişelendi ve beni incelemeye başladı, “Bir şey mi oldu?”.

Olmaz olur mu? Hayatımın sınavını veriyordum orada. Sanki aylardır hazırlandığım sınav buydu ve şimdi sınavın tam da ortasındaydım, çok da iyi gittiğim söylenemezdi. Eliyle kolumu okşamaya başladı, endişeli gözlerle bana bakıyordu. Bir cevap vermem şarttı fakat kendime gelmem için biraz zaman gerekiyordu. “B-biraz oturabilir miyiz?” diye sordum, mükemmel bir diksiyonum olmasına rağmen sanki hiç bu dili konuşmamış gibi kekeliyordum. “Tabii.” diyerek onayladı teklifimi, bu bana biraz zaman kazandırırdı. Beraber kantine geçtik ve iki tane tabure çekerek karşı karşıya oturduk. Gözlerini dikmiş beni süzüyordu, hâlime bir anlam yüklemeye çalışıyordu ancak bunu yapamazdı çünkü o bunu beklemiyordu. Yoldaş geldi ve beni yakamdan tutarak iki tane tokat attı “Haydi evlat! Sen bu değilsin.” diye suratıma haykırıyordu. Çok haklıydı! Ben bu değildim, hemen kendime çekidüzen verdim ve kızın gözlerine doğru keskin bir bakış attım, bakışı ben attım ama vurulan yine ben oldum.

Kararlı bir şekilde ellerinden tuttum, gözlerinin derinliklerine doğru bakıyordum, sanırım anlıyordu fakat ağzımdan o kelimeler çıkmak zorundaydı. Daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu ve cesaretimi asla bir daha bu kadar toplayamazdım. Son bir kez derin nefes aldım ve ağzımı açtım “Bilirsin sanatı severim ve sanattan anlarım da. Şunu söylemem gerekiyor ki tanrı evrenin en büyük sanatçısıdır ve başyapıtı da sensin. Seni öyle seviyorum ki bu duyguları hiçbir kelimeyle tarif edemem.”

Bana bakıyordu ve çok şaşırmıştı. O gözlerden her şeyi anlayabilirdim ve karşımda dehşete düşmüş bir insan vardı. Yoldaş yanıma doğru geldi ve kulağıma eğildi “Ahaha, şimdi boku yedin!” diye haykırıverdi. Oldukça sinir bozan bir tavır ortaya koymuştu ama oldukça da haklıydı.

Kız derin bir nefes aldı ve bana ağzına gelen her şeyi söyledi. Ne kadar iyi bir ilişkimiz olduğundan ve bunu nasıl mahvettiğimden bahsetti durdu. Haklıydı, her kelimesinde, her harfinde haklıydı ama ben hiçbir zaman arkadaş olmayı istemedim ki. Ben mükemmel bir şey için bunu yaptım. Ben mahvetmedim, reddediyorum! O mahvetti, her şeyi o mahvetti. Eğer kabul etseydi ilişkimiz asla olmadığı kadar iyi olacaktı. Şairlere konu olacak bir ilişkimiz olacaktı ama o ne yaptı!? O bunu mahvetti. Yoksa ben mi mahvettim? Yoldaş geldi yanıma, “O mahvetti evlat! Bu kadar üstlenme her şeyi!”

Karşısında daha fazla duracak yüzüm kalmamıştı. Kalktım ve koşarak tuvalete gidip kapıyı kilitledim. Gözlerim dolmuştu, patlamak üzereydim ve insanların beni görmesini istemiyordum. Tuvaletin duvarına yaslandım ve kendimi yer çekimine teslim ettim. Duvara sürünerek yavaşça yere oturdum ve ellerimi gözlerine götürerek hüngür hüngür ağlamaya başladım. Okyanusu yine boşaltıyordum fakat çok farklı şekilde.

Hayatımın en kötü günlerinden birisini geçirerek eve gittim ve doğruca yatağıma atladım. Yoldaş her zamanki gibi yanımda beni izliyordu. “Neden üzülüyorsun ki bu kadar?”

– Neden üzülmeyeyim ki?

– Sonunun böyle olacağı belli değil miydi?

– Belliydi.

– O hâlde neye üzülüyorsun geri zekâlı? Neyi umut ediyordun ki üzülüyorsun?

– Bilmiyorum belki de sadece, sadece hayata karşı bir kez olsun kazanmak istedim, hepsi bu.

– 9 aydır bunu çekiyor olmamızın sebebi senin saçma sapan fantezin mi yani?

– Ne fantezisi be! 9 aydır ben bunu kaybedeceğimi bilmiyor muyum sence?

– Madem biliyordun neden üzülüyorsun lan!

– Çünkü 9 aydır bu oyunu oynuyordum. 9 aydır kazanmak için elimden gelen her şeyi yaptım ama kaybettim. Hayat yine kazandı ve ben yine kaybettim. Bir oyunu kaybedeceğin kesin bile olsa kaybedene kadar öyle hissetmiyorsun ki.

– 9 aydır hazırlandığın bir sınav daha var. Onu da mı kaybedeceksin?

– Onu çoktan kaybettim bile. Sadece sonunu merak ettiğim için bu oyuna devam ediyorum. Bazen sadece sonunu görmek istersin, nasıl biteceğini bilsen dahi.

– Hiç mi kazanmayacaksın evlat? Hep mi hayat kazanacak?

– Hayır, bir gün bitecek ve o gün bugün olacak.


Yoldaş ne ima ettiğimi çok da anlayamamıştı fakat kendimden ne kadar emin olduğumu görünce büyük bir şaşkınlık içerisine girmişti. Ne yapacağımı düşünüyordu, nasıl kazanacaktım ben bu oyunu? Hayatı nasıl alt edecektim? Çok basitti. Her oyunun sonu belli değil mi ne de olsa? Ben de sonu daha yakına çekerim ve son bir kez daha hayat kazanır.

Mutfağa gittim ve dolabı açıp elime bulabildiğim en büyük bıçağı aldım. Yoldaş endişeyle sağa sola hareket ediyordu, “Ne yapacaksın o bıçakla?” diye sordu. ”Birazdan göreceksin.” diyerek cevap verdim ve elimdeki bıçağı hızla boğazıma doğru götürdüm. Yoldaş birden kolumu tuttu, bıçağı saplayamamıştım, acıklı gözlerle bana bakıyordu, “Lütfen bunu yapma, eğer sen ölürsen ben de ölürüm.”

Tam vazgeçiyordum ki o an her şeyi anladım. Bu da oyunun bir parçasıydı ve şimdi pes edersem yine kaybedecektim. Hayat resmen ayaklarıma kapanmıştı ve benden aman diliyordu. Yoldaşı tekmeleyerek kendimden uzaklaştırdım ve “Sen hainsin!” diye ona doğru haykırdım. Bıçağı hızla sapladım boğazıma, okyanus bu sefer kırmızı akıyordu ve akıntı hiç durmuyordu. Gözlerim kapanırken yoldaş yanıma doğru gülerek yaklaştı, “Seni geri zekâlı! Yine ben kazandım.”