Garbi esen yel uzaktan çok uzaklardan gelen fırtınayı haber veriyordu. Bir süre öncesine kadar durgun,sessiz ve dingin olan deniz bu anlarda hiddetini artırmış,deniz coşmuş,dalgaların gücü kabına sığamayan su misali kayalara çarparak etrafa sıçrıyordu. Gökyüzü kara bulutların esareti altına girmeyi kabul etmiş,güneş etrafını saran bulutlara karşı yalnızca kısa bir süre mücadele edebilmişti. Bir süre sonra gök gri renginin tamamını denize bir ayna gibi tutarak yeri ve göğü tek renge boyadı. Manzarayı seyre dalan neşeli kalabalık havanın bozulması ile yüzlerine tatsız bir ifade takınıp parça parça ayrılmaya hazırlanıyordu. Kemal kendine verdiği sözü bu defa da tutamamış işten arta kalan boş vaktini deniz kenarında geçirmek için soluğu yine burada almıştı. Denize,suya aşık bir adamın,yüzme bilmeyecek kadar ondan korkması bu büyük sevgiye çelişki katıyordu. Çok seviyor fakat onunla bütünleşemeyecek kadar da korkuyordu ondan. Bu büyük sevgisi korkularına baskın gelmiyor,korkusu onu her seferinde bir deniz kenarına gelmekten de alıkoyamıyordu. Oturduğu kayaya iyice kuruldu, gözlerini ufka dikip içine hüzün doldurdu. Derin bir nefes çekti lodostan; tanıdık bir koku geldi doldu ciğerlerine ve sızlattı burnunun direğini. Alışık olduğu fakat yıllardan beri hasret kaldığı, geçmişten gelen,kemal’in geçmişinden izler taşıyan bu koku onu bulunduğu ortamdan soyutlayıp maziye götürdü. Nereden geldiği anlaşılmayan bir türkünün iç yakan melodisi çınladı kulaklarında. ‘’gönül gel seninle muhabbet edelim,araya kimseyi alma sevdiğim.’’ Bu türkü de tıpkı burnunu sızlatan o koku gibi geçmişin derinliklerinden gelecek kadar uzak bir mesafeden mi duyuluyordu yoksa bir kayanın dibine çökmüş hüznünden radyo dinleyen bir başka insana mı aitti. Bunu anlamak için etrafına baktı. bakışları bu sesin az ötede bir kayanın dibine oturmuş türkü eşliğinde sigarasını dumanlayan adama takıldı. Sesin nereden geldiğine dair merakını giderdikten sonra yüreği ile aklı arasında gidip geldiği kimi anlar kısa kimi zamanlar uzun süren seyahatine devam etti. Hiçbir türkü boşa yazılmadı, bu nefesler boşa tüketilmedi. İnsan bir türküyü içselleştirip o dizelerde kendinden bir parça görünce bir bakıma mutlu oluyor. Benim hissettiğimi bir başkası da hissetmiş tesellisidir bu. Yoksa başka türlü açıklanamazdı dertten boğulduğun anlarda açıp da dinlediğin bir türkünün’’ben buradayım,seni anlıyorum’’ der gibi konuşması. Öyle olmasa bu kadar sevilir miydi ‘’mihriban’’ türküsü. Hepimiz içimizde bir cesedin ağırlığıyla yaşıyoruz. En kötüsü de yoruldum deyip yükünü atmaya fırsat tanımıyor hayat…
Sebepsiz değildi kemal’in yaşadığı hüzün. Yıllardır terk edilmenin acısını atamıyordu içinden. Ve ne yapsa etse toz konmuyor, paslanmıyordu sevdası. Aslında eskisi gibi de değildi. Her gün rüya görmüyordu mesela. Kimi zaman rüyalarını süsleyen,kimi vakitler de rüyalarını kabusa çeviren o kadının sülieti ile karşılaşmıyordu örneğin. Bunlar da bir bakıma çoğu şeyi aşmak,geride bırakmak demekti. Fakat bazen de bir düğüm gelip oturuyordu boğazına. Öfkesinden dişlerini sıkıp,nefretinden gözyaşı döktükten sonra hissettiği en gerçek duygunun ona karşı hala sevgi besliyor olması gerçeği ile yüzleşiyordu. Sonrasında ise aştım dediği şeylerin yalnızca bir avuntudan ibaret olduğu sonucuna varıyordu…
Kemal’in hikayesi kitaplara konu olamayacak kadar büyük ve ulaşılmaz olduğundan bugün bu dizeleri uzatarak onun hatırasına zarar vermek ,basitleştirmek haddini kendimde bulamayacağım. nitekim o da böyle olsun istemezdi. ‘’İSTEMEZDİ’’ diyorum çünkü bu hikayede kemal’le bu deniz kenarında son karşılaşmamız oldu. Kemal’in hikayesinde özne olan insan bir başkasının hayatının başrol oyuncusu oldu. bu da kemal’in küçük yüreğine ağır geldi.O bütün yükünü,içinde taşıdığı cesedin ağırlığını daha fazla taşıyamayıp boğazın derinliklerinde kayboldu. Bir takım kimseler kendinden bile sakındığı sevdası başka bir hayatın öznesi olduğuna dair iddialarda bulunuyordu. Aslında son görüldüğü yerde bir kayaya yazdığı şu yazı söylentileri destekler nitelikteydi. ‘’BU HİKAYE BİRİNİ YARIM BIRAKIP,BİR BAŞKASI İLE TAMAMLANDI.’’
(kırk gün kırk gece suyun derinliklerinde kemali aradılar fakat tek bir ize dahi rastlayamadılar.)