Bir süredir aynı yerdeyim. Dün uyudum bir ara, aynı masada, aynı sandalyede ve aynı bedende. Değişen ne ? Hiçbir şey. Takvim yaprakları ne zaman durdu benim için ? Dün ? Ondan önceki gün ? Bir hafta önce ? 5 sene önce ? Bilmiyorum. Yardım çığlıklarını atıyorum, duyanlar nerede ? Son diyorum bu. Tüm bu olanlar, olacaklar artık son diyorum. Ne fayda günü bilmeyene, acıdan harabe olmayana, badeden hal-i sekir olmayana. Bir çift göze, ötesinde onun ardına biçere olmayana. Şüpheyle izliyorum olanı biteni. Olacak olanın sezgisel varlığına aldırış etmiyorum bir süredir. Şüpheye yer bırakmadan nefes alabilmenin sırrına ermek isterdim. Gün yüzünü pekala mavi, her bir soluğu korkusuzca bağrımda hissetmek isterdim. Sonra olanlar oldu ve bir gün öldüm. Geriye benden kalan neydi, ben de bilmiyorum. Kuruntularla varlığını son raddesine kadar sürdüren, eşsiz bir budalanın çalkantılı kelimeleri son bulmamak üzere devam ettirdi kendini. Yineledi bir şeyleri, söylemeye doyamadı bazı özel sözleri. Sonra yine bir şeyler oldu, çok düşünecek olacak ki rüyalarda buldu kendini. Meşelerin arasında kendi kendine sarmaş dolaş oturuyordu. Bir çoban fark etti geldiğini, usulca yaklaştı ve sordu niyetini. Ağzı yoktu anlatsın, zaten olsa da anlatamazdı. Çoban gitti. Anlamıştı bir şeyleri. Ama baş başa bırakmak istedi onları. Yani beni ve kendimi. Ben, kendimi yakının bilirdi. Kendim, beni o kadar iyi bilmezdi. Bir yerde, bir zamanda ne oldu bilinmez; her şey son gibi göründü göze. Birleşmek artık mümkün değil gibiydi. Sonra, sonra ne oldu bilmiyorum. Ben, kendime sarılamazken buldum bir yerde beni. Buradayım işte şu an.