Zamanın sonsuzluğunda, belirsizliğin en dingin hafifliğinde tırmanırken demir merdivenleri, ayakları altında oluşan titreşimlerin beyninin her hücresinde birer devasa frekansa dönüşmesinin garip tedirginliğini yaşıyordu. Bacaklarından çelimsizce paçalarına süzülen kalitesiz pantolonu, eskimeye yüz tutmuş paltosuyla adım attığı basamaklarla, ruhunun mahzeninde ha çıktı ha çıkacak umutlarıyla, geleceğine tırmanıyordu. İçini titreten keskin bir ayaz yalayıverdi yüzünü bir anda. Düşüncesini ise mevsimlerin adaletsizliği salladı. Kış mevsimi... Mevsimler içinde en acımasızı, en kaypağı, en korkağı oydu; merdivenleri sessiz, silik bir gölge gibi tırmanan bu gencecik cana göre. O anda hafızasına güzel bir hayaletin, tatlı gölgesinde parıldayan bir sözcük düşüverdi. ''Yahu evlat kızım! Senin aklınla aran yok.'' Aynen öyleydi işte, aklıyla arası yoktu. Kant "Salt Aklın Eleştirisi''nde aklı nasıl mahkemeye çıkardıysa, o da her çıktığı basamakta aklıyla olan hesaplaşmasının sonu gelmez duruşmasını yaşıyordu. Demir köprü keskin soğukta tekrar titredi. Bu titremenin sorumlusu sert esen ayaz da olabilirdi, köprünün üstünde hızlı hızlı, art arda gelip geçen araçlar da... Bilinmez gaibi bilebilmek mümkün müydü acaba?
Nenesinin kınalı parmak uçları, her daim hamur hamur kokan elleri düştü bir anda yürek sızısına. Sobanın cılız çıtırtılarının altında, bir kedi gibi sokulduğu minderde yarı uyur yarı uyanık sabahladığı bir gecenin gündüzündeydi. İlk final sınavıydı. Bilemediği, başlangıç düğümlerinin sonsuzlukta kenetlendiğiydi. ''Hamur kokan nenem! Gecenin alacasında yatağında şare (şehriye) kesen nenem! Parmaklarını boşlukta ustaca hareket ettirip, çabucak varsaydığı hamuru bitiren ve elini hayalî sonsuzluğa açıp tekrar hamur bekleyen nenem! Ders çalışırken çıkardığım mırıltılara, sessizce gençlik hayallerinin geçip giden yıllarının çığlıklarını katan nenem."
Köprünün üstüne çıktığında ayaz şiddetini arttırmış, yaprak gibi titreyen bedeni üşümeyi unutturacak bir kaygıyla sarsılmaya başlamıştı. Servis otobüsünü gözleyen gözlerinde belirsiz korkulu bir heyecan, acımasız zemherinin bıçak gibi kestiği yanaklarında bedenine yakışmayan bir pembelik vardı. İşte tam da o anda... Köprünün orta yerinde, umarsızca çare beklenen bilinmezde... Bir araba durdu önünde... Hayatı durduran, zamanı durduran, geleceği ve geçmişi durduran bir araba... İçindekiyle göz göze geldiği anda kalbini durduran bir araba. Geri dönülmesi mümkün olmayan bir yolun adım sayacında, cennet ile cehennemin arafında hüzünlü bir ezgi gibi duran araba... Demir köprünün bilinmez girdabında...