Hava buram buram deniz kokuyordu. Dalgaların sakin ezgisi ufukta alçalıp yükselen martılara eşlik ediyor, ılık esen sonbahar demleri vakitsiz bir tekinsizliğin hüznünü yaşıyordu. İkindi vakti gelmek üzereydi.

 

Çıplak ayakları kumları süpürerek usul usul ilerledi Süheyla. İki burmalı örgüyle kavuşturduğu bembeyaz saçları, uzun kırmızı elbisesiyle kumları incitmekten korkan bir ezgi tutturmuş ayaklarıyla ağır ağır ilerledi. Vücudunun gençlik enerjisine ilk ihanet eden elleri, gizemli bir yolcu taşımanın haklı onurunu yaşıyordu. Sıkı sıkıya kenetlediği avuçlarını göğsüne bastırarak ilerledi. İlerledi... İlerledi...


Etekleri suya değdi Süheyla'nın. İşte o an fark etti kumların içinde oynaşan minik bebeği. Ufacık ayaklarını kumlara keyifle vuruyor, çığlıkla gülücük arası namelerle eğleniyordu.

Gülümsedi Süheyla. Bebeğe doğru birkaç adım attı. Kollarından tutup kaldırmak, güneşte kavrulacak minik bedenine engel olmak istedi. Ama... Ama elinde sıkı sıkıya tuttuğu mukaddes hazineyi bırakamayacağını fark etti. O bu girdaptayken bir el, hışımla çekip aldı çocuğu. Derin bir iç çekişi mesafede yok oldular.


Etekleri suya değdi Süheyla'nın. Avuç içleri, isyan ediyordu içindekini dışarı atmak için. Garip bir hüzün yokladı yaşlı ve yorgun gözlerini. İşte o an fark etti. Elindeki şişme lastikle denizin kıyısından derinlere doğru yüzmeye çalışan kız çocuğunu. Neşeli gözleriyle tuzlu suyla boğuşmasını keyifle izlemeye başladı. Yavaşça ona doğru yürümek, elleriyle yakalayıp sudan çıkarmak, biraz daha açıklara gidersen boğulursun demek, ona engel olmak istedi ama elindeki mukaddes hazineyi bırakamayacağını hatırladı. Çaresiz göğsüne bastırdı avuçlarını. Derin bir iç çekişi mesafede gözden kaybetti kız çocuğunu.


Etekleri suya değdi Süheyla’nın. Kumları incitmekten korkar gibi hareket eden küçücük ve yorgun ayakları suyu adımlamaya devam etti. O anda fark etti. Yaşam kadar güzel olan genç kızı. Koşuyordu kumsalda. Sanki koşmuyor, adeta uçuyordu. Cıvıl cıvıl, ışık ışık bir hale oluşmuştu etrafında. Ona yaklaşmak, sımsıkı bileğinden tutmak, bir şeyler söylemek istedi. Ama elindeki mukaddes hazineyi kaybetmek korkusuyla çaresiz kalakaldı. Sıkıca bastırdı yumruğunu göğsüne. Derin bir iç çekişi mesafede kendi gibi cıvıl cıvıl, gencecik bir kalabalığa karışıp gözden yitip gitti genç kız.


Etekleri suya değdi Süheyla’nın. Dizlerine yaklaşan tuzlu deniz suyunun ılıklığı, bedenine yansırken yavaş yavaş ilerledi. İşte o anda fark etti beyazlar içinde, kuğu gibi süzülen gelini. Kumsalda, tüm güzelliğini ve saflığını yansıtarak denize, fotoğraf çektiriyor; rüya gibi salınıyordu. Yanına gidip onu ordan çekip almak, sahte bir resmin içinde yer aldığını söylemek istedi. Ama elindeki mukaddes hazineyi bırakamayacağının hüznüyle kaldı. Yumruk yaptığı ellerini sıkıca göğsüne yapıştırdı. Derin bir iç çekişi mesafede, sert bakışlı bir el çekip aldı güzel gelini kumsaldan.

Bir inilti döküldü dudaklarından. Ah!


Etekleri suya değdi Süheyla’nın. Beline yaklaşan suda, yürümesi ağırlaşarak ilerliyordu. O anda fark etti çocuklarının elini sıkıca tutmuş, başı önde hızlıca ama hüzünle koşturan kadını.

— Hey!

— ...

— Hey, baksana!

Duymadı, görmedi, dönmedi kadın ona. Yanına gitmek, ona sıkıca sarılmak, eğik başını yerden kaldırmak, usulca sarsmak istedi. Ama elindeki mukaddes hazineyi bırakamayacağını düşünerek kalakaldı. Derin bir iç çekişi mesafede başı önünde, ürkek ve telaşlı geldiği gibi sessizce, varoluşsuz, zamansız, adsız gidiverdi.


Etekleri suya değdi Süheyla’nın. Omuzlarına varan suya inat, yumruk yaptığı ellerini havaya kaldırmış, garip bir huzurla ilerliyordu. O an fark etti kumsalda tek başına oturan adamı. Okumakta olduğu kitabı kapatmış, dalgın, durgun boş gözlerle denize bakıyordu. Yanına gitmek, omzuna dokunmak istedi. Ama elindeki mukaddes hazineyi düşünerek kalakaldı. Derin bir iç çekişi mesafede yavaşça uzaklaştı genç adam kumsaldan.


Yumruğunu daha bir sıktı. Zafer kazanan bir sporcunun madalyasını kaldırması gibi gururla yükseklere kaldırdı avuçlarını.


Etekleri suya değdi Süheyla’nın. Tuzlu suyun yaktığı güzel gözleri, ağlamakla gülmek arasındaki çizgide mecnun bir gelgit yaşıyordu. Kıyıda toplaşan kalabalık, garip bir oyunun finalini seyretmenin telaşındaydı.


Etekleri suya değerken Süheyla'nın, artık avuçlarına yaklaşan suya meydan okurcasına son bir adım attı. Deniz, uzun zamandır beklediği hazineye kavuşmanın aç tutkusuyla sabırsızca avuç içlerini yokluyordu Süheyla’nın. Son bir gayretle, kulakları sağır eden bir çığlıkla haykırdı Süheyla. Haykırışla birlikte gevşetti ellerini. Ellerinin arasında süzülen şeyin suya inat, rüzgâra karışıp dağılan ezgisinin zaferiyle denizle bir oldu Süheyla.


Kıyıda bekleyen kalabalığın nutkunu tutturan mucizevi gerçeklik, sadece onlardan geriye kalanların anlatacağı bir efsaneye dönüştü. Süheyla’nın avuçlarından suyun özümseyen varlığına inat, rüzgârın özgürlüğüne kavuşan bir avuç külün efsanesiydi bu.