Besim F. Dellaloğlu’nun Sosyolojik Basiret adlı kitabı, bir önceki eseri Sosyolojik Nazar’ın devamı niteliğinde olup, daha önce yayımlanmış makalelerinin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. Timaş Yayınları’nın Sosyal Bilimler-İnceleme Araştırma dizisinin bir parçası olan ve Kasım 2023’te yayımlanan bu eser, çoğu zaman hâkim ideolojinin gürültüsünde kaybolan evrensel ve şahsi gerçekliklere dingin bir orijinallikte yorumlar getiriyor. Baumanvari bir bakışta, evvela deneyimleyip daha sonraları anlattığımız tarihsel kavşakları dönerken, beden ekonomisinden mürekkep siyaset geometrisini sokak siyasetinden elini çekmiş lahuti üst tabakaya ilikliyor; geçmişi şimdinin üstüne bina ederken zaman içre zamanı sosyolojik bir sonsuzluk biletine dönüştürüyor.




Aufhebung: Sürgün Aydın


Dellaloğlu, bir nöroloji kitabıyla karşılaştığında, 1940'larda DTCF'den uzaklaştırılan, sosyal psikoloji alanında öncü bir isim olan Muzaffer Şerif'in büyüsüne kapılıyor. Doğulu bir entelektüel olmasının ışığında Muzaffer Şerif, kökleşik ikili karşıtlıkları aşmak arzusuyla ve cüretkâr bir saygıyla diyalektiğin sınırlarının üzerinden geçerken ikiliklere hapsolmaktan kaçınır. Kitapta Sürgün Aydın olarak nitelenen Muzaffer Şerif’in intelekte yaklaşımı kapsamlı akademik kariyerine dayandığı için yürek paralayıcı sloganlar ya da manifestolarla ülkeyi kurtarmayı vaat eden karizmatik bir figür olmaktan ziyade pragmatik ve çalışkan bir bilim insanı olmak yolunda sürgünlüğünü ilime en yakışacak yöntemle Hegelci ‘’aufhebung’’ ile gerçekleştiriyor. Dellaloğlu’na ise itidalli ve çok gözlü bir aydın olarak şu soruyu bizlere yöneltmek düşüyor: "Sürgün Entelektüel" olarak bahsederken, salt ülkelerinden veya üniversitelerinden fiziksel olarak sürgün edilenler değil, aynı zamanda fikirleri, bakış açıları ve entelektüel söylemimizdeki varlıkları açısından marjinalleştirilenler de dahil olarak unuttuğumuz, gölgede bıraktığımız bilim ve fikir insanlarının okuma listelerimize ve eve dönme vakti gelmedi mi?



Post-kavram: Oryantalizm ve Sonrası


Girizgâhta da belirttiğimiz gibi, Dellaloğlu itidalli bir aydındır fakat sadece o mu? Dilde ve fikirde de tasarruf güder. Üniversite hocası olduğu vakitler başta faşizm ve Doğu/Batı kavramlarının anlam muhtevasının zihinlerde aksinin ne olduğuna kaygılandığından ötürü kelimeler üzerine mesai harcalamaları öğüdünü verdiğini anlatır, işte bu pelesenk edilmiş ve çokanlamlılıktan eprimiş kelimelerden biri de Oryantalizm. Gerçekten de, meta-kavramların temel ve aydınlatıcı olmakla birlikte, eleştirel düşünme yeteneğimizi de engellediği olur; misalen, bilimsel tutumlarla eğilmemiz gereken toplumsal ve tarihsel analizlerimizde kavrama özensiz davranırsak ya da kavrama gereksiz anlam yüklemesinde bulunup tekil açıklayıcılıkta bir kathekon görevi yüklersek eleştirel teorimizin yerini hissi nemalanmak almaz mı? Aşırı doz kavram-izm yaşayan okur-yazar cemiyetine yine Hegelci ‘’aufhebung’’ düsturuyla kavramı içererek ötesine geçebilmenin imkânını sunan Dellaloğlu, kavramı aşmanın zorunluluk, fikir hapsine sıkışmamanın emniyet olduğunu hatırlatıyor.



Bu Topraklar: Okumanın Kültür-Politiği


Antikitenin ‘’düşünce’’ dediği ruhun kendisiyle diyalogundan başkası değildir ve devamında da bu diyalog birinin bizi duyması ihtiyacını doğurur. Dellaloğlu’nun ‘’bu topraklarında’’ ise okumanın anormal bir sapma olarak algılandığını okuruz. Toplum, ruhun kendiyle diyalogunu kendi kendine konuşmaya taşıyanlara hangi isimle sesleniyorsa, okuma eylemini sürdürenleri de aynı göz ile öteliyor, bu toprakların toplumu, okumayı sıradan olmaktan uzak görüyor; aşırı okuma, normdan kesin bir sapma olarak niteleniyor. Ve elbette, bu toprakların okumaya baktığı yerden okumak ediminin binalarını da inşa etmesi imkânsızlaşıyor. Kütüphane ve kitap kafe çoraklığı çeken bu topraklar, üniversiteler inşa ediyorsa da bu yükseköğretim kurumlarının gerçekten bir üniversitenin özünü temsil etmediğini anlamak gerekiyor. Sessiz okuma için mübrem olan kitap kafeler de müşterisinin yüksek sesli müzik sesinden rahatsızlığına karşı kulaklık öneriyor. Tüm bu sosyo-politik kumkumada okumak nereye gidiyor? Dellaloğlu’nun da son noktayı koyduğu gibi okumak anormalliğe gidiyor.



Seçebilme Haysiyeti: Haysiyetin Sosyolojisi


Haysiyetin Sosyolojisi makalesinde Besim Dellaloğlu, haysiyetin doğuştan gelen veya organik bir özellik değil, daha ziyade tarihsel, kültürel, sosyolojik ve hatta sınıfla ilgili faktörlerin bir ürünü olduğunu, haysiyetin tek başına var olamayacağını ve bir seçimin varlığının gerektiğini yazar. Dünyayla olan ilişki, seçmek ve seçmemek ikiliğinde süregiden modern insan için haysiyetlilik durumu seçmek fiilinden sonra varlık ya da yokluk kazanır. İnsanların kendilerini ve başkalarını nasıl değerlendirdiklerin de dayanan haysiyet kavramının karakteristiklerinden biri de edimsel oluşudur. Kişiliklerinin doğasında var olan bir nitelikmişçesine haysiyetli olduğunu durmadan ilan edenlerde tipik olarak bulunmaz, tabii bu uluslar için de böyle. Zira, Dellaloğlu’nun analojisinde, sürekli kendiliğini beyan edende o özelliklerin mevcut olmayacağı bilinir. Bizler bilhassa ahlak gibi henüz bir tanım getirilmemiş kavramların bir toplulukta sürekli dile getiriliyor olmasına karşı bu tekrar aslında ahlakın gittikçe yok olduğuna mı işaret ediyor diye düşünürüz. İnsan nihayetinde analiz ediyor işte, seçmekten ve tarafgirlikten çekinen ve buna rağmen haysiyetin, ahlakın bayrağını taşıyan modernist toplumları evvela ahlaksız ve haysiyetsiz ismine indirgeyerek başlamanın doğru bir araştırma tutumu olduğuna inanarak analiz ediyor.



Sosyolojik Basiret


Besim F. Dellaloğlu, kitabının adı olan Sosyolojik Basiret makalesinde, entelektüel sorumluluk ve içinde yaşadığımız topluma ve dünyaya karşı duyarlılık gibi araştırma envanterlerinin yanında basiretin, sosyolojik sağduyunun arkeolojisini yapıyor, sosyolojik sağduyunun temel unsurlardan biri olarak kabul edilip edilmemesi gerektiğini sorguluyor. Aristoteles'in sağduyu, özdenetim ve doğru ile yanlışı ayırt etme becerisini kapsayan "phronesis" ya da pratik bilgelik kavramını, aşırı-yorum olasılığını da göz önüne bulundurarak bir paralellik kuruyor; sorun karşısında suçlayıcılık kipinin iyileştirici tedavilerin önünde engel teşkil ettiğini savunuyor. Açıkçası tam bu noktada, benim gibi üniversite öğrencilerine ‘’Teorinin militanı olmayınız’’ öğüdünde bulunması bütün kitabın kaygısını aşikâr ediyor. Tahammül, feraset ve merak yetilerimizi diri kılmak için basiretin bilgeliğin ön koşulu olduğunu bizlere öğretiyor.