Ömer, duygularını ifade etmekte güçlük çeken biriydi. Ayrıca hayırsızın tekiydi. Babasından kalan bir kıraathanesi vardı fakat onu da doğru düzgün yönetemiyordu. Oysaki babası öyle değildi. Rahmetli Nazım amca, dakik bir insandı. Sabah namazında kalkıp namazını kılar; ardından kıraathaneyi açardı. Sabah erken kalkan herkese yetişirdi. Babasının vefatı üzerine Ömer'in dengesi iyice şaşmıştı. Kıraathaneyi öğleden sonra açıp akşam erken saatlerde kapatırdı, geceleri ise orada burada gezer, evine geç giderdi. Hep bir düzensizlik hakimdi.


Bir gün yine sabahın geç saatlerinde kıraathaneyi açtığında müdavimlerinden olan Hamdi dayı geldi. Hamdi dayı devamlı kitap-dergi okuyan altmışlı yaşlarında ve hayattan umudunu hiç kesmeden kendini geliştirmeye adamış kültürlü bir insan idi. Nazım amcanın askerlik arkadaşıydı. Hamdi dayı, her zamanki yerine oturup elindeki kitabı okumaya başladı. Ömer hemen sobayı yaktı. Masaların her birine günlük gazeteleri koydu ve çay demledi. Hamdi dayı, Ömer ile hep şakalaşırdı. Ömer zaman zaman bu şakaları ciddiye alıp onunla tartışır, bazen de gülüp geçerdi ama hiçbir zaman Hamdi dayıya karşı bir saygısızlığı olmamıştı. Hamdi dayı çayını istedi. Ömer, ince belli bardaktaki demli çayı koşar adımlarla getirip masaya koydu ve alaycı bir gülüşle: “Dayı yine mi kitap okuyorsun ya, ne anlıyorsun şunlardan? Ne zaman görsem elinde farklı bir kitap.” dedi. Hamdi dayı kaşlarını çatarak kaldığı sayfanın ucunu kıvırdı ve kitabı kapatıp Ömer’e döndü: “Ömer, evladım. Sahiden hayatında hiç kitap okumadın mı?” diye sordu. Ömer, başını hayır anlamında sallayınca Hamdi dayı ekledi: “Ah be Ömer’im! Kitaplar insana farklı bakış açıları katar, başka fikirlere de sahip olmak istemez misin?” deyip gülümsedi. Ömer elini sallayıp mutfağa gitti. Masadaki kitap gözüne takılmıştı. O an durup kendi hayatını gözden geçirdi ve elle tutulur hiçbir şey olmadığının farkına vardı. Hayatı gittikçe sarpa sarıyordu. Hatta arkadaşları bile onunla alay eder olmuştu. Kendisi için adım atmak istiyordu. Hayatını düzeltme hevesiyle iki çay kapıp Hamdi dayının yanına oturdu. Elindeki kitabı alıp sayfa sayısına baktı ve kapattı. Önce arka kapağını okudu. Sonra ön yüzünü çevirdi. “YERALTINDAN NOTLAR”

Kafasını aşağı yukarı salladı, birden gözleri parladı. “Dayı kim bu Dostoyevski? Ne anlatıyor?” dedi. Dayı gülümsedi. Ömer’in bu merakı onun hoşuna gitmişti. “Kendisi Rus edebiyatı yazarlarındandır. Eğer SUÇ VE CEZA kitabını duyduysan işte onun yazarıdır. Rus edebiyatını renklendiren bir isimdir. Genel olarak insanın iç dünyasını ele alan psikolojik romanlar yazar. Tıpkı bizim edebiyatımızdaki Peyami Safa gibi...” diye açıkladı. Ömer kitabı incelerken dalıp gitmişti. Daha sonra kitabı bırakıp Hamdi dayıya teşekkür etti ve masadan kalktı. Mutfağa geri dönüp akşama kadar yoğun bir tempoyla çalıştı. Hamdi dayı mutfağa doğru geliyordu. Ömer, mavi önlüğünü çıkarıp dayının yanına gitti. Soru soran gözlerle baktı. Elindeki kitabı uzatarak: “Al bu kitabı oku, sonra da gel sohbet edelim.” dedi. Ömer ısrarla istemediğini söyledi fakat dayı ısrar edince kıramayıp aldı ve mutfağın bir köşesine bıraktı. İşlerini bitirdikten sonra kıraathaneyi temizledi. Kitabı ise montunun cebine koyup eve götürdü. Kitabı cebinden çıkarıp orta sehpaya koydu. Koltuğa oturdu ve kitaba öylece baktı. 150 sayfalık kitap gözünde büyümüştü. O gece kitabı okumadı. Ertesi gün de okumadı ve ondan sonraki günlerde de... Üzerinden haftalar geçmişti. Hamdi dayı kıraathaneye daha az gelip gider olmuştu. Ciddi bir hastalığı vardı. Ömer ile iletişimi kopmuştu. Artık arada bir konuşur, halini hatrını daha az sorardı. Kitabı okuyup okumadığını da sorardı. Sonrasında uzun bir süre kıraathaneye kimse gelmedi. Hamdi dayı da ayağını kesmişti. Ömer kıraathaneyi satmaya karar verdi. Kıraathaneyi satıp buralardan gidecekti. Zaten kimsesi yoktu. Evine gidip koltuğuna oturduğunda kitap hâlâ orada duruyordu. Kitap Ömer’e, Ömer kitaba bakıyordu. Arkasını dönüp gitti... Kıraathaneyi sattı. Evine gidip eşyalarını topladı. Vedalaşmak ve kitabı götürmek için Hamdi dayının yanına gidecekti. Kapıyı eşi Meryem teyze açtı ve Ömer’i içeri buyur etti. Ömer kötü bir şey olduğunu hissetti fakat sormaktan çekindi. Çekindiği kadar da merak duyuyordu. “Hamdi dayı nerede? Bende bir emaneti vardı, onu getirdim ve de sizleri görüp gideceğim.” dedi. Meryem teyze dolan gözleriyle Ömer’e bakıp: “Dayını kaybettik evladım.” dedi... 


 


 Ömer evine gitti. Üzerinde anlam veremediği bir pişmanlık duygusu vardı. Elindeki kitabı orta sehpaya bıraktı. Montunu dahi çıkarmadan kitabın başına oturdu ve okumaya başladı. Kitabı üç günde bitirmişti. Hamdi dayının onun için yazıp kitabın arasına koyduğu not; Ömer'i, kendisi uğruna bir şeyler yapmak adına heyecanlandırmıştı. Notta “Bu kitabın sonu, yeni hayatının başlangıcı olsun.” yazıyordu.