Bir rüyadan daha cömert başka bir şey var mıdır? Dilediğin, arzu ettiğin ne varsa orada tüm canlılığıyla seni içine çekerken kendini geri çekebilir misin? Ama bir rüya değildi. Kaskatı bir gerçeklik gözümde gittikçe büyüyen varlığıyla kabus olduğunu anlatıyordu. Hiç dönmeyecek biri için duyulan korkudan doğan, iç sıkıntısına davetiye çıkaran, lanet bir kabustu. Engel olunması güç bir ölüm isteğinin karşısında ne durabilir ki? Aklın inatçılığı yüreğin her şeyi değersiz gören safsatasıyla birleşince, hiçbir şeye değmediğine inandığımız nefes alma eylemini, sonsuza dek kesintiye uğratma çabası arasında varlığının mumuna sessiz bir nefesle son vermek... Neden yapılır ki bu? Hayat kavgası içinde çırpınan biz garip kullar hep acıya yazgılıysak, seçimlerden ve özgür iradeden söz açılması ahmakça değil midir? Gözdağı vermek için yokluğunla tehdit ettiklerin uykusuz gecelerini, tatlı bir ana değişseler aşırıya kaçan bir istek mi olur bu? Anlatmak istediğin şeyi anlamazlarsa gidişinin yararı olmuş mudur? Rüya, kabus ve hayal arasında adlandırılabilir bir şey değil, anlarsın. Kabustan daha zordur kabullenilmesi, rüyadan beter bir acılıktır ve hayalden daha çabuk soldurur. Ölüm! Bu ölümün karşılığı zehirli nefestir. Duyumsanır. Bilinir. Uzaktan tanınıp sesle anlaşılır. Birinin ölümüne göz yumma korkaklığını bağışlayacak bir neden bulunabilecek midir? Yoksa sesini soluğunu kesmek için bir köşede sessizce ve sabırla gelmesini beklediğin o son uykuyu sende mi düşlersin? Hadi anlat, alçak herif! Nasıl göz ardı edip korkaklaştığını, insanlığını nasıl kaybettiğini, hayatta kalmasını sağlayacak bir sebep bulamadığın için kendinden nasıl nefret ettiğini söyle! Ağlayıp sızlamanın ne önemi var. Fayda getirmez. Suçunun ağır yükünü hafifletmez. Her gün daha da beter bir halde, aldatıcı bir ümitle yaşamak denirse buna, nefes almaya çalışırsın. Yemekler tatsızdır, ardı ardına eklediğin sigaralar dumansız, dünya siyah bir ekran gibi hataya düştüğünü göstermektedir. Ve sen, bir tek sen, sadece sen yalnız değilsindir.