Demir sandalyeye oturmuş, karşımdaki kadınla göz teması kurmaktan kaçınarak elimde duran pembe dosyayı inceliyordum. Gömleğim çok fazla terlediğim için –ki muhtemelen stresten dolayıydı- oldukça ıslanmıştı. Kadın bacağını demir masanın ayaklarından birine çarptığında, çıkan sesle beraber gözlerimi ona çevirdim. Yüzüne baktığımda önce kahverengi gözlerini yüzüme dikti, ardından kafasını eğerek masanın üzerinde kelepçeli bir şekilde duran ellerine bakmaya başladı. Belki o da aynen benim gibi, izlenmekten hoşlanmıyordu.

    

Karşımda duran bu kadın ve yaşadığı şeyler, cinayet masasındaki ilk görevimdi. Bundan ötürü sayısını tam bilmediğim kadar benden kıdemli polis memuru, ben onları göremesem de -ki asıl korkunç olan buydu- izleme camından beni gözlüyordu. Benim onların olduğu tarafa baktığımda ise tek gördüğüm aynadan bana yansıyan endişeli yüzümdü. Klasik bir sorgu odasıydı.

     

Elimdeki dosyayı masanın üstüne bıraktım. Kadın gözlerini bana çevirdiğinde dilimle dudaklarımı ıslattım.


“Pekala, başlamadan önce sormak ya da söylemek istediğin bir şey var mı?”

    

Dudağının bir kenarı hafif kıvrıldı ve “Burada sigara içebilir miyim?” diye sordu. Başımı sağa sola salladığımda bir şey demedi ve arkasına yaslandı. Boğazımı temizledim ve “Olayı tekrar anlatabilir misin?” dedim. Gülümsedi.


“Zaten her şeyi bilmiyor musunuz? Ne diye tekrar anlatayım ki?”

“Bir de senin ağzından tekrar duymalıyım.”

“Benim yerime burada oturması gereken kişiyle konuşmalısınız.”

“Ne demek istiyorsun?”

   

Cevap vermediğinde önümdeki dosyayı açtım ve ona doğru çevirdim. İşaret parmağımla kadının parmak izlerinin kopyasını göstererek “Cinayet silahının üstünde senin parmak izlerin bulundu. Yani burada oturması gereken sensin.” dedim. Sert bir şekilde gözlerimin içine baktığında aynı şekilde karşılık verdim. Sonunda tekrar konuştu,


“Her şeyi yeniden anlatırım, ama farklı bir şekilde.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Sizin istediğiniz şekilde anlatmayacağım diyorum.”

“Nasıl anlatacaksın peki?”

“Tersten.”

“Ne?”


Sorduğum soruyla beraber gülümsedi ve “Olayları tersten bir şekilde aktaracağım,” dedi. “…böylece beni daha dikkatli dinlemeniz gerekecek ki bu şekilde beni daha fazla umursayacaksınız.”

    

Hiçbir şey demeden bekledim. Kapıdan birinin girip böyle bir şey yapamazsınız, her şey kurallara göre olmalı demesini bekledim ama böyle bir şey olmadı. Anlaşılan camın ardındakiler beni uğraştırmaktan keyif alıyorlardı.


“Pekala, öyle olsun ama hiçbir detayı atlamanı istemiyorum ve doğru bir şekilde aktarmanı istiyorum. Anlaşıldı mı?”


“Gayet net.”

     

Beynimdeki gereksiz düşünceleri uzaklaştırmaya çalışarak gözlerimi ona diktiğimde konuşmaya başladı.


"Ben her yerim kan içinde öylece yerde otururken telefonunu eline aldı. O ekranı parmaklarını ekranda gezdirirken, ben ağlıyordum. Ellerimin son zamanlarda oldukça kurumuş olduklarını o zaman fark ettim, çünkü kendimi kan içindeki ellerime bakmaktan alıkoyamıyordum. Sesini duyduğumda kafamı ona çevirdim. Sert ve kendinden emin yüzünden eser kalmamış, yerini korkmuş ve endişeli bir ifade almıştı. 


'Alo, polis mi?' 


Telefondaki kişiyle konuşmaya başladığında sesini titretmişti. Karşıdaki polis memurunun, onun çok endişeli ve korkmuş biri olduğuna inandığından emindim. Oyunculukta her zaman iyi olmuştu zaten. Tanıştığımız anda da bir tiyatro salonundaydık hatta. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı henüz okumadığım için bana oyun başlamadan önce karakterleri birazcık anlatmıştı. O kadar güzel ve nazik konuşuyordu ki, aklımdan beraber sonsuz vakit geçirebileceğin biri diye geçirdiğimi hatırlıyorum.


'Evimde bir şeyler oldu, korkunç şeyler. Hemen gelmelisiniz! Evet, elbette, evet.'


O kekeleyerek evin adresini söylerken ben hala yerde oturuyordum. Kafamı çevirip yerdeki bedene baktım."

 

Konuşmayı kestiğinde başımı aşağı yukarı sallayarak devam etmesini söyledim. Gözleri dolmaya başlamıştı ve biraz elleri titriyordu, ama devam etti.


"Yerdeki öylece hareketsiz yatan bedene baktım. Artık cansız olan gözleri korkuyla bakıyordu. Uzanıp elimle göz kapaklarını indirmek istedim, ama tam o anda bir el bileğime dolandı ve tutup beni hiddetle ayağa kaldırdı. Kafamı elleriyle sabitledi ve yerdeki cesede bakmaya zorlayarak 'Görüyor musun? Bunu sen yaptın. Sen aşağılık katilin tekisin.' dedi. Bu kelimeler ağzından o kadar sakin bir şekilde çıkmıştı ki, o an tüm gücüyle bağıran birinden daha etkili olmuştu.

Ardından beni yandaki koltuğa doğru fırlattı ve geçip karşıma oturdu. Polisler gelene kadar gülümseyerek bana baktı. Onlar eve gelene kadar geçen yaklaşık yirmi dakika, bana üç saat gibi gelmişti. Sonrasını biliyorsunuz zaten, ikimiz de buraya getirildik. Onu çok korkmuş olduğu için misafir odasına götürdünüz, beni de üstümdeki kanlı kıyafetlerin yerine başka bir şeyler giydirdikten sonra buraya getirdiniz."

   

Son cümlesini söylerken gülmüştü. Suratıma baktığında merakla dinlediğimi fark etmiş olacak ki gülümsemesi daha da büyüdü ve “Devam etmemi ister misiniz?” diye sordu. Yine başımla onayladığımda, devam etti.


"Şirketten eve dönüyorduk. O arabayı kullanıyordu, ben de ön koltukta yanında oturuyordum. Arka koltukta da o kadın vardı. Arada dikiz aynasından ona bakıyordum. Oldukça güzel bir kadındı, açık kumral saçlarını bol bir topuz şeklinde toplamıştı. İri, yeşil gözleri parlıyordu ve bordo boyanmış dudaklarını gülmemek için kastığı belliydi. Adı Selen idi, bunu biliyorsunuz zaten. Oldukça memnun olduğu her halinden belliydi, ben ise onun tam tersi hissediyordum. Her an yanımda oturan o herifi boğazlayabilecek gibi hissediyordum. O da arada bana kaçamak bakışlar atıyordu. Fark etmediğimi düşünüyordu ama gözlerini öyle bir öfke sarmıştı ki o bakışları kaçırmak mümkün değildi. Öfkesinin nedeni ben değildim, sadece benim ne durumda olduğumu anlamak için yüzüme bakmaya çalışıyordu. 

Sonunda eve geldik. Arabadan ilk inen bendim. Hızla eve doğru yürüdüm ve çantamda anahtarımı aramaya başladım. Ben bulamadan o çoktan gelip anahtarı kilide sokmuştu bile. O an o kadar sinirliydim ki sırf bunu yaptığı için bile ona bağırmaya ve hakaretler etmeye başlayabilirdim ama sakinliğimi korumakta kararlıydım. Bu öfkemi sonraya, açacağım davaya saklıyordum. Kendi aleyhime olacak herhangi bir davranış yapmak istemiyordum. 

İçeriye girip kendimi tekli koltuklardan birine attığımda, Selen de gelip karşımdaki koltuğa oturdu. Öyle rahat davranıyordu ki bir an kendimi, kendi evimde değilmiş gibi hissettim. Selen karşımda bacaklarını üst üste atmış bir şekilde gülümseyerek otururken, o da duvara yaslanmış bizi izliyordu. Sessizliği ilk bozan Selen oldu.


'O zaman şu imza işlerini halledelim de, ben de gideyim. Meşgul bir kadınım.'

    

İkimiz de sinirle ona baktığımızda, o hala aynı neşe ifadesiyle ikimize bakıyordu. Ardından kafasını salladı ve çantasından dosya içinde bir kağıt çıkardı. 


“Kalem getirmeyi unutmuşum,” ardından ona döndü, “…şu kutunun içinde vardı.”

    

 Ağzından çıkan bu cümleyle beraber sinirle ayağa kalktım ve duvara doğru gittim, onun yanına. Sertçe ittirerek “Onu buraya da mı getirdin?” diye bağırdım. Anlaşılan şu an bunu tartışmak istemiyordu ki beni takmadı. Bu beni daha çok sinirlendirdi. Hışımla mutfağa gittim, çekmeceden bulabildiğim en büyük bıçağı aldım ve odaya döndüm. İkisi birden şaşırmış bir şekilde beni izlerken Selen’in işaret ettiği plastik kutuyu aldım ve masanın üstüne koyarak bıçakla üstüne darbeler indirmeye başladım. Ne yaptığımın farkında değildim, sadece çok sinirliydim. Kutu tamamen parçalandığında parçalardan ve içindeki eşyalardan bazılarını alarak Selen’e fırlatmaya başladım. Kız ellerini kullanarak yüzünü korumaya çalışırken, o Selen’i tuttu ve koltuktan kaldırdı. Kızı yanına doğru çekerken ben de kutunun içindeki kalemleri onlara fırlatıyordum.


“Kalem mi istiyorsun, al sana kalem!”

“Yeter artık, sakinleş.”

“Ne o, hayatının aşkını öldürmemden mi korkuyorsun?”

    

İşte bu cümle, onun o zehir gibi çalışan beyninin içine bir anda yerleşti. Selen hayatının aşkı falan değildi, ondan nefret bile ediyor olabilirdi. Ve hayır, onu öldürmemden korkmuyordu. 

    Her şey o anda oldu. Yanında koluna sarılmış halde duran kızı tuttu ve hızla üzerime fırlattı. Selen sarılarak bana tutundu ve ağzından garip bir ses çıktı. Üzerime yayılan sıcaklığı hissetmemle beraber kızı bıraktım, yere düştü. 

     Yerde nefes almaya çalışarak kanlar içinde kıvranan kızı ve hala elimde duran bıçağı fark etmem birkaç saniyemi aldı. Kendime geldiğimde kendi kulaklarımı bile acıtacak kadar korkunç bir çığlık attım. Bıçağı yere fırlatıp kızın yanına eğildim ve bağırmaya devam ederek ağlamaya başladım. Kızın göz bebekleri büyümüştü ve titriyordu. İki elini karnına bastırmış bir şekilde garip sesler çıkararak nefes almaya çalışıyordu. Bir şeyler söylemek istediğini fark ettim ama konuşamıyordu. Ben de ellerimi yarasına bastırdım, ne yapacağımı bilmiyordum. Yardım dilenircesine ona baktığımda, televizyon ünitesinin yanındaki çekmeceden bir şey aldığını gördüm. Bunun bir silah olduğunu fark etmem uzun sürmedi, silahı bana doğrulttuğunu fark etmem de… bir şeyler söylemek istesem de ağzımdan hiçbir şey çıkmadı. Bana doğru yaklaştı ve “Eğer kendin ölmek istemiyorsan, onu öldürmelisin.” dedi.

     Bunu o kadar sakin söylemişti ki, bir an o ana kadar tüm yaşadıklarımızın bir kabus olduğunu düşündüm. Birazdan sarılarak beni uyandıracağını, sadece kötü bir rüya olduğunu ve kahvaltı hazırladığını, aşağıya inmem gerektiğini söyleyeceğini hayal ettim. Ama öyle değildi, her şey gerçekti ve karşımda durmuş, bana silah tutuyordu. İşin en kötü yanı ise, silahın dolu olduğuna emindim.


“Sabaha kadar bekleyemeyiz.”

   

 Ağlayarak, titreyen elime bıçağı aldım ve çaresizce ayaklarından destek alıp sürünerek ilerlemeye çalışan kızın karnına sapladım. Bu sefer acı bir çığlık odayı doldurduğunda gözlerimi kapadım ve tekrar sapladım. Tekrar, tekrar ve tekrar.

    Sonunda kendimi durdurabilip gözlerimi açtığımda, kız artık hareket etmiyordu. İri, yeşil gözleri cansız bir şekilde tavanı izliyordu. Bir elinin parmakları bıçağı tutan elimin bileğine dolanmıştı.

    Hiçbir şey olmamış gibi yaklaştı ve elini kızın burnuna doğru götürdü. Nefes almadığından emin olduktan sonra silahı çekmeceye aynı şekilde yeniden yerleştirdi.---

    

Ben dehşet içinde karşımda oturan kadını dinlerken, o da dolu gözlerle bana bakıyordu. Öfkesini ve onun altındaki korkusunu hissedebiliyordum. Sonra gülümsedi ve “Devam edeyim mi? En sevdiğim kısma geliyoruz. Kendi ecelimi nasıl hazırladığım kısmına…” dedi. Yine kafamı salladım, o da devam etti,


---Onunla birlikte bir moda tasarım şirketinde çalışıyoruz, o gün de oradaydık. Ufak bir işim olduğunu söyleyip şirketten çıktım ve arabama atlayıp gideceğim yere doğru yola koyuldum. O sırada kafamdan pek çok şey geçiyordu. Beraber geçirdiğimiz zamanlar gözerimin önünden hızla akıp gidiyordu. Tanıştığımız an, birlikte yaptığımız ilk yemek, beraber izlediğimiz ilk film… Anılar aklımda yer değiştirip duruyordu ve biri bittiğinde, diğeri anında bitenin yerini dolduruyordu. Sonra yol kenarında boş bir yer gördüm ve arabayı oraya park ederek inip yürümeye başladım. Daha gitmek istediğim yere varmamıştım. Bunu neden yaptığımı hala bilmiyorum ama arabanın içinde öylece oturmak canımı sıkmıştı. Biraz ilerledikten sonra ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkarıp elime aldım. Çıkardıkları ses sinirimi bozmuştu. Aslında, o an her şey sinirimi bozuyordu. Rüzgarla uçan yaprak, köpeğini gezdiren adam, camdan dışarıyı izleyen yaşlı kadın… Bir süre sonra aniden midemin bulandığını hissettim ve kenarda durup kustum. Ardından yere oturdum ve öylece bekledim. Ne kadar süre o şekilde durduğumu bilmiyorum. Tek bildiğim o an berbat hissettiğimdi.

    Sonunda tekrar ayağa kalkmayı başarabildim ve yine yürümeye başladım. Varacağım dükkana ulaşıp içeriye girdiğimde, kasiyer ve müşteri olduğunu düşündüğüm iki kişi kafalarını bana çevirdi. Duvardaki aynaya baktığımda ne kadar berbat göründüğümü fark ettim. Saçlarım dağılmıştı ve üzerimde kusmuk izleri vardı. Siyah kalın topuklu ayakkabılarım elimdeydi, ayaklarım çıplaktı. Bu durumdaki bir kadının, bir silah dükkanında ne işi olduğunu sorguluyorlardı sanırım. Kasiyere doğru yaklaşıp bir silah istediğimi söyledim.


“Ne tür bir silah?”

“Bilmiyorum, fark etmez.”

    

 Kasiyer bana küçük bir silah gösterdiğinde, kafamı salladım ve içini de doldurmasını istedim. Silah ruhsatım olup olmadığını sorduğunda babam adına aldığımı söyledim. Sanırım kötü göründüğüm için beni daha fazla uğraştırmak istemedi. Ödemeyi yapıp oradan ayrıldım ve arabama geri yürüdüm. Ardından eve gittim ve silahı televizyon ünitesinin yanındaki çekmeceye koydum. 

      Şirkete geri döndüğümde etrafımdakilere bakmadan direkt onun odasına çıktım. Kapıyı çalmadan içeriye girdiğimde, masasında oturuyordu. Korkunç bir şekilde bana bakıp ayağa kalkıp “Ne oldu sana?” diye sorduğunda elimi kaldırarak durmasını söyledim. Olduğu yerde bekleyerek bana bakmaya başladığında, saçlarımı arkada topladım.


“Televizyon ünitesinin yanındaki çekmecede dolu bir silah var. Bir sorun çıkarsa diye…”

     

Kaşlarını kaldırıp “Ne?” dediğinde, gözlerimi kaçırmadan yüzüne baktım.


“Bir yakınım olmaktan önce bir insansın, başına kötü bir şey gelmesini istemem.”

“Bir yakınım mı? Artık kocam bile diyemiyor musun?”

“Bunu daha sonra halledeceğiz.”

  

  O boş gözlerle suratıma bakarken, kapı çaldı. Daha sonra da Selen gülümseyerek içeriye girdi.

“Harika, ikiniz de buradasınız,” kafasını bana çevirdi, “…Neden sen de gelmiyorsun? Sonuçta gideceğimiz yer senin de evin, değil mi?”---

    

 Tekrar sustuğunda ben de kafamda parçaları birleştiriyordum. İlk sorgumun böyle garip bir şekilde gerçekleşeceğini asla düşünmezdim. Hatta bana basit bir şey vereceklerini düşünmüştüm, fakat bu iş tuhaf bir yapboz gibiydi.

“Seni dinliyorum, devam et.” dediğimde gülümsedi ve “Hikayenin sonu, her şeyin başlangıcı.” dedikten sonra konuşmaya başladı,


---Evliliğimiz iyi gitmiyordu. Yakında üçüncü senemiz olacaktı ve koskoca üç yılın sadece yaklaşık bir yılı güzel geçmişti. Geri kalan yıllar ikimiz için de kabus gibiydi ama düzeltebileceğimizi düşünüyordum. İkimiz de çok çalışıyorduk, stresliydik ve bu biriken şeylerin öfkesini birbirimizden çıkartıyorduk. Önümüzdeki yaz güzel ve uzun bir tatile çıkıp her şeyi biraz da olsa düzeltebileceğimizi umuyordum. Bize hala şans veriyordum.

   O gün öğlene doğru beni odasına çağırdı. Gittiğimde çok üzgün görünüyordu. Ne olduğunu sorduğumda ilk başta cevap vermedi. Yanına doğru ilerledim ve tekrar sordum. O zaman her şeyi anlattı. Beni şirkette model olarak çalışan Selen’le bir yıldır nasıl aldattığını, onun şirkette yükselmesine nasıl yardım ettiğini ve Selen’in onu nasıl oyuna getirip gizlice çekilmiş fotoğraflarıyla tehdit ettiğini…


“Evin tapusunu ve ona her ay para göndermemi istiyor.”

   

Ağzım açık bir şekilde onu dinlerken o da soğuk bir şekilde bana bakıyordu. Sinirlerime hakim olmaya çalışarak “O ev benim de evim.” dedim. O ise onca şeyin içinden takıldığım konunun bu olduğuna şaşırmış bir şekilde eğer o fotoğraflar şirketin eline geçerse ikimizin adına da berbat şeyler olacağını anlatmaya başladı.


“İşlerimizi kaybedebiliriz!”

“Ben değil, sen kaybedebilirsin. Benim hiçbir suçum yok.”

  

 Bana sinirle baktığında göz yaşlarıma hakim olamayarak konuşmaya başladım,


“Yıllarca emek verip çalışarak aldığım evimi beni sevmeyen bir adam uğruna öylece bırakmam! Ayrıca her ay başka bir kadına para gönderen biriyle de yaşamam.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Bitti, daha öne bitmesi gerekiyordu zaten. Kendi işini kendin hallet.”

    

Bundan sonraki bir saat onun beni ikna etmeye çalışmasıyla geçti. Her gün kavga ettiğim adam gitmiş, yerine benimle konuşurken en uygun kelimeleri seçmeye çalışan bir adam gelmişti. Ona çok sinirliydim, ama bir yandan da mutlu olduğumuz ilk zamanlar aklıma geliyor ve ona sarılıp her şeyin geçeceğini, bu işin üstesinden beraber geleceğimizi söylemek istiyordum.

    Ama bunları yapmadım. Düşüncelerimden emindim, ve geri dönmeye de niyetim yoktu. Fakat beni, Selen’le konuşacağı zaman orada olmam için ikna etmeyi başardı. Sonra bir işim olduğunu söyleyip odadan çıktım.---

   

  Gözlerini tekrar ellerine dikti, ben ise sadece ona baktım. Nasıl hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu, ne söylemem gerektiği hakkında da. Kadın tekrar kafasını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi, 


“Hayatındaki iki sorundan aynı anda kurtulmuş oldu.”


Ben anlattığı şeyleri kafamda son kez toplamaya çalışırken, kapı açıldı ve beni bu sorgu için görevlendiren komiser göründü. Sert surat ifadesini hiç değiştirmeden “Gerektiğinden uzun sürdü, bitirdiğine göre artık yeterli.” dedi ve iki üniformalı polis içeriye girerek kadını ayağa kaldırdı. Kadın karşı koymadan ayağa kalktı ve bana gülümseyip “Dinlediğin için teşekkürler.” diyerek polislerle birlikte odadan ayrıldı. Komiser sonunda yüz ifadesini bozup gülümseyerek “İyi işti, çıkabilirsin.” dediğinde kafamı sağa sola salladım. Komiser tuhaf bir ifadeyle bana baktığında “Hayır,” dedim,


“…şu an burada, misafir odasında olan ve sorgulamam gereken başka biri daha var.”